27 Mayıs 2024 Pazartesi

Sınav Döneminin Başlangıcında Bir Haftalık Rapor

Merhaba.

Siz bu satırları okurken ben -muhtemelen- bir amfide sınav nöbetinde olacağım (klişe açılışlara bayılıyorum). Üç hafta sürecek maraton, öğrencilerin bir kısmı için tatille müjdelenmişken bütünlemeye kalan diğerleriyle birlikte biz, temmuzun sonuna kadar koşturacağız. Okulun en karışık, en yorucu, en yoğun ve kimilerine göre en eğlenceli zamanları. 

Bu yüzden sınav dönemi boyunca yeni bir rapor gelmeyecek. Belki yeni yazı gelebilir. Sınav nöbetleri esnasında insanın düşünmeye bol bol vakti oluyor. Rapor ise temelde o hafta izlediğim, okuduğum, dinlediğim şeylere dayandığından ve sınav haftasında -ne yazık ki- bütün bu eylemler çok azaldığından tekrara düşme tehlikesi içeriyor. Ben de tekrara düşmeyi hiç istemiyorum.

Bir süre nefes alayım. Döndüğümde Gibi bitmiş olacak, konuşuruz. Ben nihayet Terra Nostra'yı bitirmiş olacağım, konuşuruz. Yeni kitaplar ve müzikler keşfedeceğiz, konuşuruz. O zamana kadar kendinize iyi bakın.




20 Mayıs 2024 Pazartesi

Kafası Karışık Bir Haftalık Rapor

 Merhaba.

Dün akşam bir süredir izlemeyi planladığım "American Fiction'ı nihayet izleyebildim. Biraz dağınık bir film, ancak çıkış noktası ve oyunculuklarıyla seyirciyi içine alıyor. Ayrıca -belki bir kısmınız katılmayacak ama- çok hoş bir finali var. Müthiş karizmatik bir isme sahip olan Thelonius "Monk" Ellison'ın edebiyat dünyasına bıraktığı "çılgınlığın" beklemediği sonuçlarıyla mücadele ettiği filme şans verirseniz, pişman olmayacaksınız. Üstelik Jeffrey Wright bütün karizmasıyla ekranı dolduruyor.

Filmin beni düşündürdüğü nokta, seçme ya da seçememe ikilemi. Filmde bir yerde, üç yüz bin (300.000) adet basılan kitabın, peynir ekmek gibi satıldığını ve bir o kadar daha basılacağını duyuyoruz. Yayınevlerinin reklam politikalarının etkisi elbette çok büyük. Kitabın tam olarak piyasaya hitap etmesi ve okura istediğini vermesi de onu, satış konusunda peynir ekmekle yarışır konuma getiriyor. Elbette coğrafya yine durumları etkiliyor. Bizde işler pek böyle ilerlemiyor. En son hangi kurgu üç yüz bin adet basıldı, hatırlamıyorum bile. Ama yine de kitap seçimlerimizi etkileyen bir basım dünyası ve okur çevresinin varlığı aşikar. 

Reklamlara bakarsanız yeni basılan kitapların büyük bir kısmını muhakkak okumamız gerekiyor. Okur tavsiyelerine güveniyorsanız yeni basılan kitapların büyük bir kısmını muhakkak okumamız gerekiyor. Blog yazılarına güveniyorsanız yeni basılan kitapların büyük bir kısmını muhakkak okumamız gerekiyor. Yani kısacası, pek çok kitabı muhakkak okumamız gerekiyor. Peki gerçekten okumamız gerekiyor mu?

Bu blogun çıkış noktası aslında bu soruyla çok ilişkiliydi. Zamanımız dar ve okunacak kitap fazla. "Ne okuyalım? Binlerce kitap arasından okumak için tercih ettiğimiz kitap bizi teselli eder mi?" Bu iki sorudan hareketle kendi okuduklarımı -ama daha çok hakkında konuşmak istediklerimi- yazmaya başladım. Birkaç istisna dışında yeni çıkmış kitaplara pek el atmadım. Bunun ilk sebebi yeni çıkan kitaplar hakkında zaten yazılmasıydı ve inanın, çok iyi yazılar görünce yazmak istemiyordum. İkinci sebebi ise, zaten övülmüş/önerilmiş olan kitabın bir kez daha övülmesine ihtiyaç olmadığını düşünmemdi. Kitleler halinde övülmesi gerektiğini düşündüğüm kitaplar yok mu? Elbette var (öhöm, Terra Nostra). Ama bir süredir her kitabın, özellikle de yeni çıkan her kitabın kitle övgüsüne mazhar olmasının kitap seçim algımı bozmaya başladığını hissediyorum. 

Okumak, nihayetinde kişisel bir eylem. Bir okuma kulubüne dahil olmanız kitap seçimi gibi okuma öncesi ve değerlendirme gibi okuma sonrası eylemlerinizi etkiliyor. Grubun kendisinin, şahsi beğenilerinizi etkilemesini bir kenara bırakırsak aslında yaptığımız son derece yalnızlaştırıcı bir eylem. Belirli bir vaktinizi ayırıp hoşunuza gideceğini düşündüğünüz bir kitaba ayırıyorsunuz. Bu süreç, okumaya başlamadan önce okuyacağınız kitabı bulmaya çalışmanızla başlıyor. Belki yalnızca isminden dolayı iki saniyede kasaya varıyorsunuz. Belki önceden belirlediğiniz kitaplara, hedefine kilitlenmiş bir roketin kararlılığıyla gidiyorsunuz. elki saatlerce geziniyorsunuz, yine de karar veremiyorsunuz. Neticede önemli bir karar vermek üzere olduğunuzu düşünüyorsunuz. Birazdan yeni bir dünyaya adım atacaksınız. Bu açıdan kitap okumayı keşif gibi düşünebilirsiniz. Egzotik canlılarla, topografik garabetlerle karşılaşacağınız, ancak bunlardan memnun olup olmayacağınızı bilmediğiniz yepyeni bir kara parçası. Nelerle karşılacağınızı, karşılaştıklarınızı sevip sevmeyeceğinizi bilemezsiniz. Hatta bazen, adanın diğer ucundan gelen dumanı merak edersiniz de bu nedenle devam edersiniz. Neresinden bakarsanız bakın, bir yandan korkutucu. 

Elbette, sınırlı bir vaktinizi ayırdığınız için hoşunuza gideceğiniz kitapların seçiminde güvendiğiniz insanlara danışmakta fayda var. Herkes bunu yapıyor. Okurluğuna hayran olduğunuz birinin yazdıkları, arkadaş sohbetleri, sosyal medya yorumları vs. faydalanıp iyi kitaplar bulmak hiç de zor değil. Keşfetmek yerine daha önce oralarda bulunmuş bir rehberden tavsiye almak belki daha iyi bir fikir. Ancak şunu düşünün; yepyeni bir kıtaya ayak bastınız. Üstelik kıyıdan biraz uzaklaşınca sizden önce buraya gelmiş olanların izlerini de fark ediyorsunuz. Silinmeye yüz tutmuş, ancak hala orada olan izler. Bir maceranın yaşandığının kanıtı. İnsan heyecanlanıyor.

Tabii bütün okumalar böyle olacak diye bir şey yok. Bazen sadece engin bir denizde yolculuk etmek istersiniz. Bildiğiniz, güvendiğiniz yazar yepyeni eseriyle sizi alsın, yolculuğa çıkarsın, yeni keşfettiği yerleri o alıştığınız diliyle size anlatsın ve sonra sizi tekrar evinize bıraksın. Sadece bunu düşünmek bile insanı rahatlatıyor.

Okumanın güzel yanı da burada yatıyor. Beyaz balinanın peşinde de koşabilirsiniz, Godot'yu beklemeye devam da edebilirsiniz. Üstelik istediğiniz an, tercihinizden vazgeçip yepyeni bir tercihte bulunabilirsiniz. Neticede her zaman bir risk var: Hayal kırıklığına uğrama riski.

Zachary Kanin, New Yorker

13 Mayıs 2024 Pazartesi

Yeni Bir Haftalık Rapor, Son Kez Terra Nostra (Liste İlavesiyle)

Yeni bir haftadan selamlar. Bu aralar bildirileri yetiştirmeye çalıştığım için haftamın ve enerjimin çok büyük bir kısmını yazmaya ayırıyorum. Bu nedenle okuma, izleme, dinleme işleri geri planda kalıyor. Bildiğiniz üzere birkaç haftadır "Terra Nostra " okuyorum, hem de büyük bir keyifle (Korkmayın, bu sefer kitabı çok az öveceğim). Geçen hafta kitabın ilk bölümünü bitirirken "İkinci Ahit" isimli müthiş bölümünü okudum. Feodalizmin çöküş zamanlarında bir senyör, bir saray çalışanı, bir de tüccar arasındaki tartışmayı işleyen bölüm beni net bir şekilde ikna etti. Kitabı, bir zamanlar adı "Genel Kamu Hukuku Dersinde Önerilebilecek Kitaplar" olan, ancak sonradan adını kaybeden listeme eklemeye karar verdim. Hem bu vesileyle, bir süredir yapmak istediğim, listeyi güncelleme işini de halledebilirim. Listenin ilk hali şu şekildeydi:

Listenin tamamlandığı gafletine düştükten sonra zamanla birkaç eser daha burada yer alma konusunda beni ikna etti. Robert Graves'ten "Ben, Claudius"; Monika Maron'dan "Uçucu Kül", Şevket Süreyya Aydemir'den "Suyu Arayan Adam", Dag Solstad'tan "Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı", Sophie Mackintosh'tan "Mavi Bilet", Hilary Jordan'dan "Uyandığında", Marlen Haushofer'dan "Duvar" ve Ursula K. Le Guin'den "Karanlığın Sol Eli", listeye Terra Nostra'dan önce giren diğer kitaplar oldu. Şimdilik son eser olan Terra Nostra ile listeyi kapatırken birtakım uyarılarda bulunmam gerektiğini fark ediyorum.
Liste, her liste gibi sübjektif. Tamamen benim okurken büyük keyif aldığım ve hukuk öğrencilerinin okumaları gerektiğini düşündüğüm kitaplardan oluşuyor. Elbette akla ilk gelen kitapları (Dava, öhöm) almak istemedim. Hukukla ilişkisi biraz daha silik olabilen, belki bu ilişkiyi aratacak kadar silik birkaç  kitap varken geleceğin hukukçularına belirli bir bakış kazandıracağını düşündüğüm kitaplar da var. Örneğin, "Biçem Alıştırmaları" gibi deneysel bir metin "şimdi hukukla ne alaka?" diye düşündürebilir. Ancak bir hukukçu metinlerle haşır neşir olacaksa -ki olacak-, bu kitabı da okuması gerekli, diye düşünüyorum.

Listede bolca bilimkurgu ve distopya var. Eğer bu tarz kitaplardan hoşlanmıyorsanız, üzülmeyin. Listede farklı kitaplar yine de ilginizi çekebilir. Bu tarz kitapları seviyorsanız, sizin için hoş bir seçki olacak. Özellikle feminist distopyalar, daha önce üzerine eğilmediğiniz konularda sizi, çok önemli tartışmalara çekebilir. Katherine Burdekin, Ursula K. Le Guin, Sophie Mackintosh, Hilary Jordan ve Marlen Haushofer'ın liste içinde bir liste olarak düşünebilir, ayrıca okuyabilirsiniz.

Kitapların mekan ve zaman aralığı da hoşuma gitmedi değil. Ortaçağ'dan itibaren hemen hemen her döneme ilişkin bir kitap var. Bununla beraber, Milli Mücadele dönemi Anadolusu'na Nazi Almanyası'na, Sovyetler Birliği'ne, İskandinav ülkelerine gitme şansına sahipsiniz. Çok uzak bir gelecekte, çok başka dünyalarda geçen müthiş bir seri dahi var. Listeyi oluştururken buna pek dikkat etmemiştim ancak çeşitlilik, iyi olmuş. 

İki öykü, bir tiyatro metni, bir OuLiPo metni, bir de kurgu-kurgu dışı birlikteliği içeren metin dışında kitaplar, görebileceğiniz üzere hep roman. Kimisi kolay okunur, kimisi ise biraz dikkat ve uğrş gerektirebilir. Hepsini okumak size kalmış, listeden birkaç kitap bile yeni okurlarla tanışsa benim hedeflerim gerçekleşmiş demektir.

Peki bu kitapları okuyunca ne olacak? Daha iyi bir hukukçu mu olacaksınız? Elbette, tek başına bu kitaplar sizi daha iyi bir hukukçu yapmayacak. Ancak şunu temin edebilirim, bu kitapları okuduktan sonra, okumadan önceki halinizden daha kötü bir hukukçu olmayacaksınız, olamayacaksınız. Zaten önemli olan da bu değil mi?

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Terra Nostra'yla Devam Eden Bir Haftalık Rapor

Biliyorsunuz, bu aralar Terra Nostra'yı büyük bir keyifle okuyorum. Bu satırları yazmaya başlamadan önce de "Vakanüvis" isimli bölümünü okudum. Yazarların farklı eserleri satır aralarına yerleştirmelerini, özellikle de ufak bir sürprizle bunu yapmalarını seviyorum. Bu bölüm de belki kitabın en iyi bölümü değil, ancak okuru iz peşinde koşturan iyi bir bölüm. Vakanüvisin kimliği konusunda takip etmenizi istediği ipuçlarını bırakıp bir yandan hikayesini anlatıp, bölüm sonunda artık bir kimliğe sahip olduğunu düşündüğünüz vakanüvisin kim olduğuyla (ya da olmadığıyla) sizi uğurluyor. Kitabın alametifarikalarından biri olan şaşırtıcılık, bu bölümde zirve noktalarından birini görüyor.

Bu epik anlatı, okurdan bütün dikkatini yalnızca ona ayırmasını istiyor. Yorgunluk, dikkat dağınıklığı, kafa sesleri vs. dinlemiyor. Okur, bir anlığına dalıp zihnindeki o kısa yolculuktan dönünce ne okumakta olduğunu karıştırabiliyor. Kim kimdi, neredeydik, ne oluyordu? Hepsi, bir pamuk ipliğine bağlıymışçasına ilerliyor. Üstelik bu pamuk ipliği yalnız değil, bir yumak halinde önünüzde duruyor. Okuduğunuz bölüm hangisiyse bu yumaktan farklı bir iplik çekiyorsunuz. Kulağa biraz zor geliyor değil mi? Özellikle birkaç hafta önce artık dikkatini eskisi kadar toplayamayan bu dostunuzu düşündüğünüzde...

Başta çok zorlandım. Kitabın içine girebilmek, takip edebilmek, ipliklerin ucundan tutabilmek için ciddi çaba sarf ettim. Karakterlerin kim olduğunun yazılı olduğu ilk sayfalara döndüm. Yorgunken, dikkatim dağınıkken, telefonla uğraşmak istediğim ayan beyan ortadayken kitaba hiç bakmadım. Yalnızca hazır olunca başına oturdum. Bunca çabanın ardından biraz olsun kapıyı aralayabildiğimi umuyorum, daha iyimser bir tabirle "düşünüyorum." Hala, kitabın nereye varacağına dair bir tahminim yok, hala bazı karakterleri okurken ufak bir kafa karışıklığı yaşıyorum. Ama biliyor musunuz? İnanılmaz keyif alıyorum.

O yüzden bu haftayı pek bir şey yapmayarak geçirirken çok da canım sıkılmadı. Bir bildiri sunacaktım, ona hazırlandım. Bir tam metin hazırlığına giriştim. Gelen birkaç idari işi hallettim. Bunları böyle anlatmak bana da size de sıkıcı gelebilir. Ancak farklı bir şey oldu, bu işleri yaparken arka planda "Terra Nostra"yı düşündüm. Tuhaf tuhaf rüyalar görmemin bir numaralı sebebi, okuma iştahımı kabartan o sert lokma, bir an önce okumak istediğim birkaç kitap sırada beklemesine rağmen, acele etmeden, belki bir-iki bölüm okuduğum, doyunca bıraktığım nefis eser.

Birkaç hafta daha sadece "Terra Nostra"dan bahsetsem sıkılmam, eminim. Ama şimdilik sizi kitabın İspanyolca baskısındaki kapağıyla bırakıp diğer kısma geçiyorum.

Hala takip ediyorsanız burada her hafta "Gibi"nin beşinci sezonunu ne kadar övdüğümü biliyorsunuzdur. Dizinin en iyi sezonu olmaya her geçen bölümüyle daha çok yaklaşıyor. "İrade" ile bir adım daha attı. Sezon bitip yeniden izleme zamanı gelince, bölümler arasındaki ufak göndermelere biraz daha dikkatli bakıp ne kadar tamam bir sezon olduğunu bir kez daha göreceğimizi düşünüyorum. O zamana kadar, online (ama aslında genel olarak) toplantıların zararları üzerine düşünün. Çünkü bir ara toplantılar üzerine yazacağım.

Bitirirken iyi bir şarkıyla veda edeyim. Görüşürüz.
https://www.youtube.com/watch?v=ugWtuTmiGLM

5 Mayıs 2024 Pazar

Bitişine Saatler Kala Kitap Fuarı Değerlendirmesi

Kitap fuarına ilk gidişimde üniversite sınavına hazırlanıyordum. İlk ziyaretimdeki amacım da kitap almaktan ziyade Penguen çizer ve yazarlarının imza gününe katılmaktı (O kadar tecrübesizdim ki sıra bana geldiğinde imzalatacak bir şeyim olmadığı için test kitaplarımı imzalatmıştım, ama bu başka bir hikaye). Ardından Ankara'da da birkaç defa, bu sefer kitap almak için gittim. Ancak çok uzun süredir kitap fuarlarına gitmiyordum. Öyle ki Ankara Kitap Fuarı'na en son gidişimde, giriş bileti 5 lira iken İletişim Yayınları'nın standından aynı fiyata (evet, sadece beş liraya) kitap seçmek mümkündü. Yıllar sonraki ilk ziyaretimde dikkatimi ilk çeken, İletişim standının da beş liraya kitap seçme şansının da kalmadığıydı. Bir de uzun süredir gitmemiş olmanın getirdiği, kalabalık karşısında yaşadığım şaşkınlık. Öyle bir şaşkınlık ki her paragrafı "Bu ne kalabalık!" diye bitirmeyi dahi düşündüm. Bu yazıyı okurken aklınızda iş çıkışı bindiğiniz toplu ulaşım araçları olsun, çünkü kitap fuarında bazı zamanlar kendimi sıkışık bir araçta yolculuk yapıyormuşum gibi hissettim.
Fuara katılımın yüksek olması üzücü değil elbette. Üzücü olan okurun katılımının yayınevlerinin katılımından daha yüksek olması. Çeşitlilik olarak katılımcı listesi fena görünmüyor. Ancak fuarın katılımcılarının kabaca yarısı diyecebileceğim kısmı, fuara katılan çocuk ve genç öğrencilerin ilgisini çekmeyi amaçlamış. Bu durumu anlayabiliyorum. Öğrencilerin ilgisi üst düzeydeydi ya da benim gittiğim görece erken vakitte henüz sadece okul gezileri gelebilmişti. Bu nedenle çoğu katılımcının hedef kitlesi olarak bu grupları belirlemesi çok doğal. Çocuklara, gençlere yönelik posterler, çıkartmalar, hediyelik eşyalar ve elbette yayınlar ağırlıktaydı. Sahaflar da bu grubu çekebilmek için albüm kapakları, eski posterler, afişler vs. getirmişlerdi.  Buna karşı çıkmıyorum. Neticede ilgiyi çekeceksiniz ki fuara katılım amacınızı gerçekleştirebilin. İlgiyi çektiniz, peki sonra? İşte bunun hakkında söyleyeceklerim var.

Kitap fuarlarının amacının, okur ile yayıncıları makul bir düzeyde buluşturmak olduğunu düşünüyorum. Makul düzeyi tespit etmek çok zor, hele bu dönemde. Ama özellikle banka sermayesini arkasına almış yayınevlerinin kendi kitapçılarındaki indirimleri fuarda da devam ettirmesi bana pek doğru gelmiyor. Diğer bazı yayınevleri gibi fuara özel bir indirim düşünülebilirdi. Örneği elbette kendi üzerimden vereceğim, dayanamayıp yine YKY'den kitap aldım, %25 indirim vardı. Bu oran %30 olsa, psikolojik olarak daha iyi hissedebilirdim.

Fiyat konusunda o eski soruşturmayı yapalım: Giriş bileti fiyatına kitap bulabiliyor muyuz? Fuara son gidişimde giriş ücreti beş liraydı. Bu fiyata İletişim'in öykü kitaplarından birini alabiliyordunuz. Bu gidişimden önce bileti yirmi liraya aldım (bileti internetten alma fikrini bulan kişi, teşekkür ederim). Bilet fiyatına bir kitap alabileceğime inanmıyordum. Ancak Türk Tarih Kurumu sağ olsun, makulden de iyi fiyatlarla alabileceğiniz geniş bir seçki getirmişler. Biletten daha ucuza kitap almak mümkün. Fuarın bu testi geçebilmesini sağladığı için Kurum'a teşekkür ediyoruz.

Haklarını çok da yemeyeyim, katılan yayınevlerinin büyük bir çoğunluğu kitaplarında indirim yapmış. Kimisi çoklu alımlarda giderek artan bir indirim oranı tercih etmiş, kimisi fuara özel fiyat belirlemiş, kimisi fuara özel setler hazırlamış. Daha çok vakit geçirdiğim sahaflardan ise karışık hislerle ayrıldım. Bazı sahaflar, dükkanda satmayan kitaplarda şanslarını bir de fuarda denemek istemiş gibi. Henüz okurla ilk karşılaşacağınız ana, okurun dikkatini çekecek yayınlar koymak daha mantıklı bir tercih olabilirdi. Mesela Varlık Yayınları'nın kitaplarını getiren o güzel sahafı örnek alabilirdiniz. Belki o sahaftan daha iyi fiyata, daha ilginç kitaplara sahiptiniz, ancak arayacak enerjiyi kendimde bulamadım. Çünkü sizinle ilk karşılaşmamızda beni kişisel gelişim kitaplarıyla karşıladınız.

Varlık Yayınları'nın eski kitaplarını getiren sahafın ardından sevgiyle anacağım bir diğer sahaf, sayesinde Viktor Pelevin'in Homo Zapiens'ini bulduğum o güzide sahaf. Bolca vakit geçirdiğim bu iki sahafın da ismini hatırlayamadım, özür dilerim.

Gelelim ev sevdiğim kısma, ganimetleri göstermeye. Genel olarak memnun ayrıldığım bir gün oldu. Dayanamayıp YKY'ye uğramasam, onun yerine başka kitaplara göz atsam on numara bir gün olabilirdi. Ama kim on numara bir günü böyle kolaylıkla bulabilmiş ki?
Kara sırtlarıyla göze çarpan iki kitap dışında kitapları gayet iyi fiyatlara aldım. Sürpriz kesinlikle Pelevin oldu, bulmayı hiç beklemiyordum. Plase Varlık'ın kitaplarıydı. Kara sırtlıları okur açgözlüğü olarak mazur görmenizi diliyorum. 

Kalabalıktan sıyrılmaya çalışırken kulağıma bir ses çalınıyor: "Ahmet gel lan, Ronaldo maskesi dağıtıyorlar!"
Ronaldo maskemi almadan çıkıyorum. Messi'yi tercih ederim. 

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler