Ana içeriğe atla

Kontrol Kalemi: İsmail Kadare - Rüyalar Sarayı


Yayıncı: Jaguar Kitap

Çeviren: Finesa Xhibo

Editör: Berk Çetin

Sayfa Sayısı: 183

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, "Rüyalar Sarayı" isimli romanda arıyoruz.

İmparatorluğun dört bir köşesinde görülen rüyaları toplamak, tasnif etmek, yorumlamak ve her hafta "Ana Rüya" olarak tabir edilen, İmparatorluğun politikalarını belirleyecek esas rüyayı sunmakla görevli bir kurum: Tabir Sarayı, bir bakıma Rüya Bakanlığı. Meşhur Köprülü ailesinin (Qyprilli) genç üyesi Mark-Alem, Tabir Sarayı'nda işe başlar. Mark-Alem, Saray'ın koridorlarında kaybolurken biz okurlar da onu takip eder, onunla birlikte kayboluruz. Tıpkı sisli bir havada ilerler gibi yolumuzu tam tayin edemeden, dışarıdan gelecek yardıma her an muhtaç ilerleriz. Sisin dağılıp önümüzü görebildiğimiz o anı bekleriz.

Ancak "Rüyalar Sarayı"nda sisin dağıldığı bir an yok. Tıpkı rüyalar gibi muğlaklık üzerine inşa edilen roman, bu muğlaklığı aydınlatmak için harekete geçme konusunda bocalayan Mark-Alem gibi bir baş karaktere sahip olduğu için hikayesini sis perdesinin arkasından anlatıyor. Ancak kötü bir şey değil bu. Aksine, rüyaları yorumlayan bir bürokratik yapı fikrine son derece uyan bir tercih. Tabir Sarayı'nın labirenti andıran koridorları, belirsiz çalışma saatleri, karmaşık yapısı ve esasında en başta yaptığı işin muğlaklığı ve kötüye kullanıma açıklığı; tekinsiz bir ortam yaratıyor. Bu ortam yaratıldıktan sonra iki tercih yapılabilir: Ya bu tekinsizlikle mücadele edecek bir kahraman yaratacaksınız ya da kahramanınız bu tekinsizlikte boğulacak. İsmail Kadare tercihini Dava'nın Joseph K.'sını andıran bir karakter yaratmaktan yana kullanmış. Ancak bununla  yetinmemiş.

Meşhur Köprülüler ailesinin bir ferdi olarak aile adının altında bocalayan Mark-Alem, bütün bu bocalamalarına rağmen bürokratik merdivenin basamaklarını tırmanıyor. Rüyalar hakkında belirgi bir yeteneği olmasa da en önemli dairelerde çalışıyor. Öyle ki ailenin felaketine neden olacak rüya birkaç kez karşısına çıkıyor, ancak rüyayı yorumlayamıyor. Buna rağmen, felaket yaşandıktan sonra görevinde yükseliyor. İmparatorluğun üst kademelerinde yer alan dayısı Vezir'in bu işte ne kadar parmağı olduğu bilinmiyor. Bütün kitap boyunca yaptığı işte bocalayan, Tabir Sarayı'nın işleyişini tam anlamıyla çözemeyen ve rüyalar karşısında tedirginliğini atamayan Mark-Alem, ailesinin felaketi olan bir olayın ardından Saray'ın bürokratik merdivenlerini tırmanıveriyor (bürokratik koridorlarını geçiveriyor, demeliyim belki de). 

180 sayfalık bu kısa romanda Mark-Alem'i akıntıya kapılmış bir halde görüyoruz. Tabir Sarayı'nın koridorlarında molaya çıkan memurların akıntısına, rüyaların tekinsizliğinin akıntısına, günlerin akıntısına ve en sonunda bürokratik akıntıya kapılıyor. Akıntıya karşı çıkmıyor, kendisini akıntıya bırakıyor. Bu kabullenişin Mark-Alem'i Saray'ın en önemli mevkilerine getirmesi, kitap boyunca yer yer karşılaştığımız bürokrasi eleştirisinin zirve noktası oluyor. Ailesinin felaketine neden olan rüyanın gerçek anlamını, önüne birkaç kez gelmesine rağmen anlayamayan Mark-Alem, kurumun bir numaralı ismi oluyor. Bunun imparatorluk içindeki güç gruplarının mücadelesinin bir sonucu olup olmadığı ise muallakta kalıyor. 

İlk sayfada Mark-Alem'le beraber girdiğimiz Tabir Sarayı'ndan, son sayfada bu sefer Mark-Alem'i içeride bırakarak ayrılırken yanımızda bu belirsizlik kalıyor. Halbuki bürokrasi bize bunu vaat etmiyordu. Kesinlik, hız, netlik, teknik vs. Max Weber, modern bürokrasinin bu avantajları sayesinde demir bir kafese dönüşeceğini söylüyordu. Kadare, bir demir kafes inşa etmiyor. Belirsizlik ve tekinsizlik karşısında bir akıntı sunuyor. Biz belki kurtuluyoruz bu akıntıdan, neticede kitap bitiyor. Ancak akıntı durmuyor.

Teselli Puanı: .../5

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...