Ana içeriğe atla

Bitişine Saatler Kala Kitap Fuarı Değerlendirmesi

Kitap fuarına ilk gidişimde üniversite sınavına hazırlanıyordum. İlk ziyaretimdeki amacım da kitap almaktan ziyade Penguen çizer ve yazarlarının imza gününe katılmaktı (O kadar tecrübesizdim ki sıra bana geldiğinde imzalatacak bir şeyim olmadığı için test kitaplarımı imzalatmıştım, ama bu başka bir hikaye). Ardından Ankara'da da birkaç defa, bu sefer kitap almak için gittim. Ancak çok uzun süredir kitap fuarlarına gitmiyordum. Öyle ki Ankara Kitap Fuarı'na en son gidişimde, giriş bileti 5 lira iken İletişim Yayınları'nın standından aynı fiyata (evet, sadece beş liraya) kitap seçmek mümkündü. Yıllar sonraki ilk ziyaretimde dikkatimi ilk çeken, İletişim standının da beş liraya kitap seçme şansının da kalmadığıydı. Bir de uzun süredir gitmemiş olmanın getirdiği, kalabalık karşısında yaşadığım şaşkınlık. Öyle bir şaşkınlık ki her paragrafı "Bu ne kalabalık!" diye bitirmeyi dahi düşündüm. Bu yazıyı okurken aklınızda iş çıkışı bindiğiniz toplu ulaşım araçları olsun, çünkü kitap fuarında bazı zamanlar kendimi sıkışık bir araçta yolculuk yapıyormuşum gibi hissettim.
Fuara katılımın yüksek olması üzücü değil elbette. Üzücü olan okurun katılımının yayınevlerinin katılımından daha yüksek olması. Çeşitlilik olarak katılımcı listesi fena görünmüyor. Ancak fuarın katılımcılarının kabaca yarısı diyecebileceğim kısmı, fuara katılan çocuk ve genç öğrencilerin ilgisini çekmeyi amaçlamış. Bu durumu anlayabiliyorum. Öğrencilerin ilgisi üst düzeydeydi ya da benim gittiğim görece erken vakitte henüz sadece okul gezileri gelebilmişti. Bu nedenle çoğu katılımcının hedef kitlesi olarak bu grupları belirlemesi çok doğal. Çocuklara, gençlere yönelik posterler, çıkartmalar, hediyelik eşyalar ve elbette yayınlar ağırlıktaydı. Sahaflar da bu grubu çekebilmek için albüm kapakları, eski posterler, afişler vs. getirmişlerdi.  Buna karşı çıkmıyorum. Neticede ilgiyi çekeceksiniz ki fuara katılım amacınızı gerçekleştirebilin. İlgiyi çektiniz, peki sonra? İşte bunun hakkında söyleyeceklerim var.

Kitap fuarlarının amacının, okur ile yayıncıları makul bir düzeyde buluşturmak olduğunu düşünüyorum. Makul düzeyi tespit etmek çok zor, hele bu dönemde. Ama özellikle banka sermayesini arkasına almış yayınevlerinin kendi kitapçılarındaki indirimleri fuarda da devam ettirmesi bana pek doğru gelmiyor. Diğer bazı yayınevleri gibi fuara özel bir indirim düşünülebilirdi. Örneği elbette kendi üzerimden vereceğim, dayanamayıp yine YKY'den kitap aldım, %25 indirim vardı. Bu oran %30 olsa, psikolojik olarak daha iyi hissedebilirdim.

Fiyat konusunda o eski soruşturmayı yapalım: Giriş bileti fiyatına kitap bulabiliyor muyuz? Fuara son gidişimde giriş ücreti beş liraydı. Bu fiyata İletişim'in öykü kitaplarından birini alabiliyordunuz. Bu gidişimden önce bileti yirmi liraya aldım (bileti internetten alma fikrini bulan kişi, teşekkür ederim). Bilet fiyatına bir kitap alabileceğime inanmıyordum. Ancak Türk Tarih Kurumu sağ olsun, makulden de iyi fiyatlarla alabileceğiniz geniş bir seçki getirmişler. Biletten daha ucuza kitap almak mümkün. Fuarın bu testi geçebilmesini sağladığı için Kurum'a teşekkür ediyoruz.

Haklarını çok da yemeyeyim, katılan yayınevlerinin büyük bir çoğunluğu kitaplarında indirim yapmış. Kimisi çoklu alımlarda giderek artan bir indirim oranı tercih etmiş, kimisi fuara özel fiyat belirlemiş, kimisi fuara özel setler hazırlamış. Daha çok vakit geçirdiğim sahaflardan ise karışık hislerle ayrıldım. Bazı sahaflar, dükkanda satmayan kitaplarda şanslarını bir de fuarda denemek istemiş gibi. Henüz okurla ilk karşılaşacağınız ana, okurun dikkatini çekecek yayınlar koymak daha mantıklı bir tercih olabilirdi. Mesela Varlık Yayınları'nın kitaplarını getiren o güzel sahafı örnek alabilirdiniz. Belki o sahaftan daha iyi fiyata, daha ilginç kitaplara sahiptiniz, ancak arayacak enerjiyi kendimde bulamadım. Çünkü sizinle ilk karşılaşmamızda beni kişisel gelişim kitaplarıyla karşıladınız.

Varlık Yayınları'nın eski kitaplarını getiren sahafın ardından sevgiyle anacağım bir diğer sahaf, sayesinde Viktor Pelevin'in Homo Zapiens'ini bulduğum o güzide sahaf. Bolca vakit geçirdiğim bu iki sahafın da ismini hatırlayamadım, özür dilerim.

Gelelim ev sevdiğim kısma, ganimetleri göstermeye. Genel olarak memnun ayrıldığım bir gün oldu. Dayanamayıp YKY'ye uğramasam, onun yerine başka kitaplara göz atsam on numara bir gün olabilirdi. Ama kim on numara bir günü böyle kolaylıkla bulabilmiş ki?
Kara sırtlarıyla göze çarpan iki kitap dışında kitapları gayet iyi fiyatlara aldım. Sürpriz kesinlikle Pelevin oldu, bulmayı hiç beklemiyordum. Plase Varlık'ın kitaplarıydı. Kara sırtlıları okur açgözlüğü olarak mazur görmenizi diliyorum. 

Kalabalıktan sıyrılmaya çalışırken kulağıma bir ses çalınıyor: "Ahmet gel lan, Ronaldo maskesi dağıtıyorlar!"
Ronaldo maskemi almadan çıkıyorum. Messi'yi tercih ederim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...