Ana içeriğe atla

Odaklanma Üzerine Bir Haftalık Rapor

Günaydın.

Bir Youtube kanalından bahsederek başlamak istiyorum: Acepe. Bu kanala ilk olarak canım eşimle çalışırken ne dinleyeceğimize karar veremediğimiz o klasik anların birinde denk geldik. "Stoacı Ambiyans Müziği" adı verdiği, her başlığında ayrı bir motivasyon cümlesinin yer aldığı birer saatlik parçalarında, esasında çok da numara yok. Tekrar eden temposuyla odaklanmanıza yardımcı olduğunu iddia ediyor. Yalnız videoların isimleri gerçekten insanı motive ediyor: "Yağmurda dövüşeceksen fırtınada antrenman yap" gibi bir başlıkla karşılaşınca insan önce şaşırıyor, sonra ister istemez merak ediyorsunuz. Bu merak ve biraz da şakayla tıkladığımız videodan sonra kanalda bolca vakit geçirdim. Hatta birkaç haftası sürekli olmak üzere, şu anda aralıklarla çalışırken arka plana açıyorum. Dikkatim, artık eskisi kadar olmadığı için, en azından diyorum, şarkı bitene kadar dikkatimi vererek çalışayım. İlginç bir şekilde işe yarıyor.

Ah, ah! Eskiden böyle miydim? Üniversitede bir oturdum mu, ufak molalar dışında, saatlerce çalışabilirdim. Şimdi bırakın saatlerce çalışmayı, yalnızca bir (1) (BİR!) saat verimli çalışabildiğimde mutlu oluyorum. Bir saat odaklanabilmem için de arkada müzik çalıyor olması gerekiyor, halbuki eskiden kütüphaneleri bile gürültülü bulduğum olmuştu (Kütüphanelerde verimli çalışmak isteyenlere hızlı bir tavsiye: Bir tıp öğrencisinin yanına oturun. Ben hayatımda bu kadar moral bozucu bir durum deneyimlememiştim. Özellikle kendinizi iyi çalışan biri olarak görüyorsanız bir tıp öğrencisinin yanına oturun ve o mola verene kadar mola vermemeye çalışın).

O odaklanma gücünün nerede koptuğunu düşünüyorum. Mezun olur olmaz kaybetmedim o gücü, çünkü yüksek lisansa hazırlanırken veya yüksek lisans sırasında da odaklanabildiğimi anımsıyorum. Dilimden düşürmediğim, hatta yaptığım süreden daha uzun süre hakkında konuştuğum kısa avukatlık maceramdan şüpheleniyorum. Telefonlar, müvekkil adaylarıyla görüşmeler, toplantılar, duruşmalar, icra dairesinde bekleyen işler vs. bir dilekçeye odaklanmamı engelliyordu. İşte burada yavaş yavaş kaybetmiş olmalıyım. Çünkü yüksek lisans tezini yazmak için işi bırakınca, tezin başına oturmak o kadar zor olmuştu ki gün içinde salon-yatak odasını arasını defalarca değiştirmem gerekmişti. Gerekçem de şu çok basit, ancak kendimi kandırmaktan başka işe yaramayan şu gerekçeydi: Tebdil-i mekan da ferahlık vardır. Böyle böyle kandırdım işte kendimi. Koltuktan, yemek masasına, oradan yatağa, en son tekrar çalışma masasına... Heba oldum.

İşin tuhafı o zamanlar henüz bu gücün kırıntıları duruyordu. Tükenmeye yakındı ancak oradaydı. Ben de belki gücümü toplayabilirim diye uğraşıyordum. Kimi güzel kitaplar, romanlar, diziler, filmler ve benzer işlerle odaklanma problemi yaşamadan ilgilenebiliyordum. "Her Yerden Çok Uzakta"yı ilk okuduğum zamanı hatırlıyorum. Elimden bırakamamış ve bir günde bitirmiştim. Bulunduğum mekandan soyutlandığımı, soluksuz kaldığımı ve kitabın beni hoş bir baş ağrısıyla uğurladığını hatırlıyorum. Geçen hafta tekrar okudum. Yine mekandan soyutlandım, soluksuz kaldım, bitirince tatlı bir baş ağrım oldu. Ancak bu sefer kitabı bitirmem üç gün sürdü.

Bir önceki paragraftan sonra kolaya kaçıp "canım, demek ki kitap o kadar da iyi değilmiş, abartmışım" diyebilirim. Aradan geçen yıllarla beraber değiştiğimi söyleyebilirim. Değiştim, o kısım doğru. Ancak bu kitaptan aldığım zevki azaltmadı. Hala Le Guin'in en iyi işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Her okumamda ayrı noktalarına hayran kalıyorum. Değiştim, çünkü artık o odaklanma gücüm yok. En iyi eserlerde bile -ki haftalık raporlara bakarsanız, yakın zamana kadar hoşuma giden pek çok kitap okudum- birkaç sayfa okuduktan sonra dikkatim dağılıyor. "Gibi"nin muhteşem devam eden sezonunun ilk "eh işte"lik bölümü "Leopar Ve"yi izlerken de on dakika sonra dikkatim dağıldı, birkaç dakikalık kısmı geri almak zorunda kaldım. Hatta "Shogun"un müthiş dokuzuncu bölümünde bile bir gidip geldim. Bazen çalışırken kendimi satırları takip ederken yakalıyorum, halbuki zihnimde bambaşka bir gündem var.

Sağlıklı değil, hiç sağlıklı değil. Bir şeye tamamen kendimi vermek, bütün dikkatimi o an neyle uğraşıyorsam ona hasrederek saatlerin gelip geçtiğini bilmemek, tükenmiş bir halde masadan kalkmak istiyorum. Bunu herhangi bir dış yardım almadan yapmak için öncelikle uzun bir çalma listesi deneyeceğim. Hafta sonu biraz bu konu üzerinde düşündüm. Eğer durumumda kayda değer bir iyileşme varsa önümüzdeki hafta okursunuz. Eğer okumazsanız, lütfen, bana da konu hakkında soru sormayın.

Şimdi gitmem lazım, bir sunum ve ders notu hazırlamam lazım. 

Satır aralarında haftamın nasıl geçtiğini görebiliyorsanız, o yüzden rapor yazma rutinine devam ettiğim konusunda kendimi iyi hissedeceğim.

(Bitirirken not: İlk paragrafın neden "İki Yana Yasla" komutuna uymadığını bilmiyorum. Yazının herhangi bir başka yerine yapıştırılınca sorun olmuyor, ancak ilk paragrafta katiyen düzelmiyor. Kendimi iyi hissetmeye devam edeceğim, ancak bu ufak sorun ufak bir çizik attı.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben

Haftalık Rapor Özel Bölüm

Zaman akıp gidiyor. Geçen hafta bu zamanlar Berlin'de geziyorduk. Müzeleri ziyaret edemeyeceğimiz tek günü dışarıda geçirmeye karar vermiştik. Yürüdük, yürüdük. Checkpoint Charlie'yi, Kreuzberg'i, East Side Gallery'i gördük. Normalde bu satırlara birkaç fotoğraf eşlik edecekti. Bilge'nin çektiği, buraya koymak için özenle seçtiğim fotoğrafların olduğu telefonumu cumartesi gecesi kırdığım için -birazdan o kısma da geleceğiz- sizi yalnızca bu satırlarla karşılayabiliyorum. Gerçi zaten bu yazının da bir Berlin rehberi olma ihtimali yok. Ancak normal bir hafta da olmadığı için, biraz rutinden çıkarak bu hafta özel bir haftalık rapor yazmak istedim. Karşınızda geçen haftadan birkaç not. (Bütün rutini terk etmiyoruz tabii. Ekrana bakma sürem muhtemelen uzundu, çünkü Google Maps'te bolca vakit geçirdiğim bir haftaydı.) Ne Yaptın? Gezdim. Berlin'deki sınırlı günlerimizin bir dakikasını bile boşa geçirmeden, görebileceğimiz her yere gitmeye çalıştık. Ne yazık ki her