Haftalık Rapor 12

Merhaba.

Yaklaşan bayramınızı içtenlikle kutlarım. Umarım sevdiklerinizle güzel, mutlu, keyifli bir bayram geçirirsiniz. Bu satırları yazarken kötü bir baş ağrısından muzdaribim. O yüzden biraz dağınık, çokça özensiz ve karışık yazmamak için uğraşmam gerekiyor, mazur görün. Daha uygun bir zaman bulamadım.
Neyse efendim, geçen haftanın raporu için buyurun.

Ne Okudun?
J. J. Rousseau dersi için hazırlıkla geçen bir haftaydı. Ders notlarını düzenlemek için farklı kaynaklara başvurdum. Gerçi ben olsam, bayram tatilinden önceki son derse gelmezdim. Ama sonuçta verimli ve -bence- keyifli bir dersi geride bıraktık. 
Hazırlıklar dışında ne okuyacağıma karar vermekte zorlandığım bir haftaydı. Birkaç arka kapak incelemesinden sonra ise Carlos Fonseca'nın "Cenup" isimli romanına başladım. "Ekolojik roman" olarak tanımlanan eser, izler hakkında. Kültürlerin, dillerin, insanların bıraktığı; silinen, silinemeyen; geri döndürülen, geri döndürülemeyen izler; farklı izlekler etrafında okuyucuya sunuluyor. Özellikle kaybolacak bir kültürün son temsilcisi olmak üzerine söylediği sözler, kitabın farklı üslubuyla daha da güzelleşiyor. Baş karakterimiz Julio'yla beraber siz de izleri takip edebilir, bir dilin ne zaman kaybolacağı üzerine düşünebilirsiniz.

Ne İzledin?
Bu hafta daha çok ders notu düzenlemek için okumakla geçtiği için hikaye ihtiyacımı daha çok izleyerek gidermeye çalıştım. Undone, yavaş temposu ve kısa süresiyle yemeklerime eşlikçi olurken canım eşimle Shogun'da güncele yetişmemize az kaldı. Hem hikayesi hem de Hiroyuki Sanada başta olmak üzere oyunculuklarıyla (ilk bölümlerde çok bağırsan da sen de iyisin Cosmo Jarvis) bittiğinde üzüleceğimiz bir seri olarak devam ediyor.
Bittiğine (ara verdiğine demek daha doğru) üzüldüğüm diğer bir dizi, sezon finali olduğunu bölümü izledikten çok sonra fark ettiğim Invincible'dı. Açıkçası, genel kanının aksine ikinci sezonu beğendim. Elbette ilk sezonun yanına yaklaşamaz. Nitekim hikaye açısından ilk sezon, hayatımızda birkaç defa karşılaşacağımız bir deneyim yaşatıyordu. İlk bölümün o meşhur bitişiyle başlayan ve bunun üzerine inşa ettiği sezonu, acımasız sezon finaliyle farklı bir noktaya taşıyordu. İkinci sezonun ilk sezonun şaşırtıcılığını taşıyamacağı açıktı. Sezona bu beklentiyle başlamak daha iyi olabilirdi. Ama işte hem dördüncü bölümde saçma bir şekilde verilen sezon arası hem de sezon boyunca devam eden ağır tempo ikinci sezona dair algıları olumsuza yöneltti. Mark'ın sezon boyunca yaşadığı bocalamaları izlemeyi sevdim. Ancak belli ki çok daha büyük olan hikaye, sezon boyunca yalnızca 1-2 adım ilerleyebildi. Dizinin devam etmesinin istendiği belli, ancak böyle devam ederse gelecek sezonları bekleyecek çok az kişi kalacak.
Eleştirilerin yöneldiği bir dizinin ardından övgülere sahip olması gereken diziye geçelim. Tahmin ediyorsunuz, belki de övgüleri okumaktan sıkıldınız. Hatta biraz abarttığımı da düşünmeye başladınız. Ama Gibi, beşinci sezonuyla bambaşka bir seviyede ilerlemeye devam ediyor. Beş haftadır bu minvaldeki yorumlara devam edebiliyor olmak, dizinin şu anki çıtasını gösteriyor. Bu haftanın bölümü "Böbrek Taşı" da sezonun -şimdilik- en uzun ve -yine şimdilik- en komik bölümü.

Ne Dinledin?
Queens of the Stone Age dinlemeye hız kesmeden devam ettiğim bir haftaydı. Grubun müthiş albümü "Songs for the Deaf" ve albümün hitlerinden "Go With The Flow"u (tık tık) defalarca dinledim. Bir kere dinleyin, sonra zaten istemsizce mırıldandığınızı fark edeceksiniz.

Rapor bu şekildeydi, haftaya görüşürüz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haftalık Rapor 6

Haftalık Rapor 5

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)