Ana içeriğe atla

Mahir Bir Rehbere Minnetle

Her kurgu esere, yazarla bir anlaşma yaparak başlarız. Biraz sonra içine gireceğimiz dünya, bir "yalan dünyadır". Yeniden yazılmış, hatta yazıyla oluşturulmuş; kelimelerden, cümlelerden, paragraflardan müteşekkil bir dünya. Yazar, yarattığı bu dünya içinde hikayesini anlatacağı taahhüdünde bulunur, anlatmaya değer bir hikayesi olduğunu söyler. Biz de onun yalanlarına inanmayı kabul ederiz. Fantastik veya bilimkurgu türünde eserler veren yazarlar da okurlarıyla bu anlaşmayı yaparlar elbet. Onların işinin biraz daha zor olduğunu söyleyebiliriz. Evet, hayalgücü geniştir, eşsizdir; daha yazılmamış nice fikirlere gebedir. Ama okuru ikna etmek, o kadar da kolay değildir. İnce bir buzun üzerinde yürür yazar. Bizi inandırıp sayfaları çevirmeye ikna etmek, yazarın elindedir. Zordur, ama yine de eli kuvvetlidir. Farklı şekillerde ikna edebilir bizi.

(Bu adaları hiç görmediniz, ama neresi olduğunu çok iyi biliyorsunuz)

Kimisi hikayesiyle ikna eder bizi. Arka planı düşünecek vakit bırakmaz. Henüz daha ilk sayfalarıyla sizi hikayesiyle sarmalar; karakterleri, hikayenin geçtiği dünyayı gözünüz görmez bile. Çocukluğun Sonu'nu düşünün. Oldukça gerçekçi bir dünya tasviri, henüz daha ilk bölümün sonunda dağılır. Bu dağılmanın akabinde neler yaşandığını anlatmak da bir seçenektir. Ama yazar, susar. Hikayesine güvenir, zaman atlayışı yapmaktan çekinmez. Değişen dünyayı okurun gözünün önüne sunmaz. 

Kimisi okuru bir karakterle özdeşleştirir ve onu hikayesinin dünyasında bir geziye çıkarır. Otomatik Piyano'yu düşünün. Bratpuhr Şahı, tıpkı okur gibi, yazarın dünyasına yabancıdır. O dünyayı gezmeye gelmiştir. Yazar, şahın yanına verdiği bir rehberle okuru da geziye dahil eder. Okurun sorularını karakter sorar, rehber cevaplar. Dünya, biraz aydınlanır.

Kimi yazarlar ise rehberlik yapacak karakterlere ihtiyaç duymaz. Yarattıkları dünyayı anlatmak için oradadırlar. Evet, anlatmak için. Sadece tanıtmazlar, o dünyayı anlatırlar. Hikayenin bir parçası, bir kahramanı yaptıkları dünyayı sizinle birlikte dolaşırlar. Yazar yanınızda değildir, ama aynı zamanda yanınızdadır. Yazar olmanın büyüsünü kullanarak, dünyayı karış karış anlatırlar. Yerdeniz'i düşünün. Ged'in o dünyada, tıpkı diğerleri gibi yalnızca o dünyada yaşayan bir karakter olduğunu, bir gün öleceğini, hikayesinin biteceğini, belki hatırlanacağını, belki de hatırlanmayacağını okumadık mı? Geride ne kalacak? Adalarıyla Yerdeniz. Ged'in hikayesinin giderek büyüyerek Yerdeniz'in hikayesine dönüşmesi, her kitapta parça parça keşfettiğimiz Yerdeniz'in usulca esas karakter olarak belirmesi, Le Guin'in mahareti değil midir? Kimi zaman adalar arasındaki yolculukta, dalgalardan yorulmuş, ıslanmış bir şekilde teknenin içinde kimi zaman sahilde, ateşin başında, bazen ilk kitaptan eski bir dostun yanında, bazen ise karanlıkta Ged'le baş başayken duyduğumuz, Le Guin'in sesiyle Yerdeniz'in hikayesiydi. Bizden önce oradaydı, bizim yolculuğumuzda oradaydı, bizden sonra da orada olacak.

(Burayı da görmediniz, belki tanımıyorsunuz bile. Ama tanımak isterseniz, bildiğim iyi bir rehber var)

Buzlarla kaplı soğuk Gethen'in hikayesi de Yerdeniz'i çağrıştırır. Ancak sadece çağrıştırır, çünkü Gethen, hikayesini paylaşmakta çok soğuk davranır. Yıllıklar, söylenceler, efsaneler, resmi raporlar aracılığıyla yine parça parça öğreniriz. Ekumen'in elçisi Genly Ai'nin hikayesi daha önceliklidir. Gethen'e geliş sebebi olan görevi, Gethenlilerin doğaüstü özellikleri, Gethen'in kendisinden biraz rol çalar. Özellikle kitabın başlarında, Genly'nin yaşadığı bocalamayı yaşarız. Gözümüz tanıdık karakterler arar, bize yardımcı olacak, elimizden tutup etrafı gezdirecek kimselerle tanışmak isteriz; tıpkı Genly gibi. Ama Le Guin'in acelesi yoktur. Görece ağır bir başlangıçtan sonra, belki de bizi soğuğa alıştırdıktan sonra, gerçek Gethen'le tanışırız. Oradadır; soğuğun, karın, fırtınanın ta kendisidir; mücadelenin, yaşamın ve ölümün ta kendisi olduğu gibi. Bunu Genly de görür. Gethen'i ve Gethenlileri daha iyi tanır. Soğuğa değil, Gethen'e alışır.

Karanlığın Sol Eli pek çok farklı yoruma müsait bir roman. Okuru cinsiyet kimlikleri, toplumsal cinsiyet rolleri, siyaset, politika, ekoloji ve daha pek çok konu üzerine düşündürür, üstelik sığ yorumlarda da bulunmaz. Ele aldığı konulara zihin açıcı şekilde yaklaşır. Bu konulardan birini seçip kitabı buradan yorumlamak mümkün. Ancak öyle yapmak istemedim. Bir adım geri çekilip büyük bir ustanın ne yaptığına bakmak istedim. Yerdeniz gibi bir fantastik şaheseri yazmak başlı başına yeterli iken bir de böyle bir bilimkurgu yazabilmenin nasıl mümkün olabileceğini düşündüm. Sanki anlattığı yerleri görmüş, oradan yeni dönmüş de gördüklerini anlatıyormuş gibi anlatabilmek, Le Guin'in mahareti, büyüsü. Yalnızca tasvir değil, hatta belki en güçlü yanı tasvir de değil, anlattığı dünyaları yaratmakla kalmayıp ona kendine özgü yaşamını veren bir maharetle karşı karşıyayız. Burada dünya, yalnızca hikayenin geçtiği bir mekan değil. Hikayenin kendisi, bizim okuduğumuz ise bu hikayenin yalnızca bir kısmı. Yerdeniz, belki bitmiş olan bir hikayeyken Gethen, kitabın sonunda bitmeyen, yalnızca yeni bölüme geçmek için es veren bir hikaye. Bizler de bu hikayeye tanıklık etmek için sefil hayatlarımızdan yolculuğa çıkmış, şans eseri harika bir rehbere denk gelmiş bir grup gezginiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...