Haftalık Rapor 10

Merhaba.
Geçen hafta, iyi eserler sayesinde hayattan kaçmayı başarabildiğimden bahsetmişim. Ne büyük bir yanılgıymış. Hayatın kaçılabilecek bir şey olmadığını bu hafta -bir kez daha- öğrendim. Her günü ayrı bir hafta uzunluğunda geçen bir haftaydı. Sinir, stres, üzüntü, kaygı, öfke, çok az da mutluluk hafta boyunca ziyaret ettiler, sağ olsunlar. Bütün bu duyguları yoğun bir takvimde misafir etmeye çalışmak, günün sessiz saatlerini değerlendirmek için erken uyanmak, bünyemde biraz hasar bıraktı. Bir sis gibi çöken baş ağrısı, bedenimi ele geçirdi; sürekli romantik benzetmeler yapıyor; uzun cümleler kurmaktan kendimi alamıyor; noktalı virgülleri hunharca kullanıyorum. Yardım edin!
Hayat devam ediyor, edecek. O yüzden kendimi tekrar etmeme izin verin: Neyse efendim, geçen haftanın raporu için buyrun.

Ne Okudun?
Tamamlanmamış bir bildiriden daha kötü ne vardır? 
Tamamlanmamış iki bildiri. Geçen hafta yazmam gereken bildiriyi tamamlayamadığım gibi haftanın sonuna doğru bir başka özetimin daha kabul edildiği bilgisini aldım. Kenarda hazırlanmayı bekleyen bir de J. J. Rousseau dersi olduğu için bu hafta da akademik metinler arasında çok gittim geldim. Yine de tam anlamıyla bir akademik metin olmasa da burada yer vermek istediğim bir eser var. Philipp Blom'dan "Cadı Kazanı" isimli kitap, Avrupa Aydınlanması'nı, daha spesifik olarak Baron D'Holbach'ın yemek davetlerine, bu davetin konukları olan ünlü simalarının hayatlarıyla beraber anlatıyor. Diderot, d'Alembert, Rousseau, hatta David Hume gibi ünlü konuklarıyla bu davetler, dönemin Paris'inin entelektüel açıdan merakla izlenen -biraz da korkulan- bir mekanı olmuş. Aydınlanmanın ne olduğunu, biraz da magazine değerek okumak isteyenler için iyi bir kitap.
"Karanlığın Sol Eli" bitti. Hakkında daha fazla ne söyleyebilirim, emin değilim. (Daha önce ne söylediğimi merak ediyorsanız, tık tık) Ardından büyük bir boşluğa düştüm. Haftayı kitapsız geçirmeyi dahi düşündüm. Ancak baş etmem gereken durumlardan dolayı dayanamadım. Edouard Louis'in "Şiddetin Tarihi" romanına başladım ve insanın boğazına bir yumru gibi oturan bu hikayeyi birkaç günde bitirdim. Louis, dümdüz anlatılsa okuru boğabilecek oldukça sert bir meseleyi, son derece başarılı bir anlatım tercihiyle sunmuş. Hikayeyi yalnızca bu anlamsız şiddetin mağduru olan baş karakterimizin ağzından dinlemiyoruz. Baş karakterimiz de bizimle beraber, daha önce anlattığı hikayenin bir başkasına aktarılışını dinliyor. Yine sert, yine insanı geriyor. Ancak iyi bir fikir, şiddetten bunalıp kitabı bırakmanızı engelliyor. 
Haftanın son günü elimde bir başka kitap var, Luis Sepulveda'nın "Aşk Romanları Okuyan İhtiyar"ı. Ne kadar güzel bir kitap ismi!

Ne İzledin?
Aslında bu hafta, "Üç Cisim Problemi"ne başlayacaktık. Ancak canım eşim rahatsızlandı, hafta boyunca iyileşemedi. Ben de bir bölüm izleyip bir sonraki bölüme geçmekte isteksiz birisi olduğum için ona beni beklememesini söyledim. Sağ olsun, bütün sezonu bitirdi. Üzerine biraz konuşunca diziye artık o ilk heyecanımla bakamıyorum. Yine izleyeceğim elbette, ama ne zaman olur, bilemiyorum.
Bununla beraber Invincible ve Gibi kaldıkları yerden devam ediyorlar. Invincible, saçmasapan bir sezon planlamasından döndü, bence iyi de döndü. Mark'ın kişisel hayatında bocalamasını, süper güçlerinin bu problemlerinde hiçbir işe yaramamasını, hatta problemlerin esas sebebi olmasını izlemek bana keyif veriyor. 
Gibi ise müthiş devam ediyor. Beşinci sezon, benim için şu ana kadar firesiz devam ediyor. Her bölümünü heyecanla ve bir noktada gelecek olan "sezonun o sıradan bölümünü şimdi izleyeceğim" tedirginliğiyle bekliyorum. Tek bir bölüm, bu sezona leke sürmez, mis gibi sezon.

Ne Dinledin?
Haftalık keşiften elim yine boş dönünce kendi listemle geçirdiğim bir hafta. 

Rapor bu şekildeydi, haftaya görüşürüz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haftalık Rapor 6

Haftalık Rapor 5

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)