Ana içeriğe atla

Kontrol Kalemi: Viktor Pelevin - Omon Ra

 

Yayıncı: Dost Yayınevi

Çevirmen: Barlas Çevikus
Baskı Yeri/Tarihi: 2003
Sayfa Sayısı: 198

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, "Omon Ra" isimli kitapta arıyoruz.

Soğuk Savaş'ın diğer tarafına yapılan eleştirileri çokça okudum, okuduk. Kurgu alanında da -selam sana büyük Orwell!- böyle eserleri görüyoruz. Batı'dan gelen eleştirileri artık okumak istemiyorum. Çünkü yeni bir şey göreceğimi düşünmüyorum. Bu nedenle Pelevin'in "Omon Ra"sını görünce iki kat heyecanlandım. Hem diğer taraftan, hadi Duvar'ın öte yanından diyelim, yazıyordu hem de kitap Sovyetler'in uzay programıyla alakalıydı. Sovyet Uzay Programı'nı, haliyle Sovyet sistemini eleştiriyordu. Bu yüzden okumak için ikinci kez düşünmedim. Elimdeki kitabı bitirir bitirmez Omon Ra'ya başladım.

Omon'un en büyük hayali bir gün Ay'a gitmek. Ülkesinin uzay programında yer alabilmek ve hayalini gerçekleştirebilmek için ilk gençliğinde kendisi gibi hayaller kuran bir arkadaşıyla askeri okula yazılıyor. Eğitimini tamamlarken yavaş yavaş ülkesinin kendisinden ne beklediğini de öğreniyor. Sistemle tanışıyor. Spoiler vermek istemem, bu nedenle üstü kapalı bir şekilde ifade edeceğim. Kitaptan daha fazla keyif almak istiyorsanız bu cümlenin ardından bir sonraki paragrafa geçin.  Geçtiğini varsayıyorum. Ancak her ihtimale karşı şu kadar söylemekle yetineceğim, baş karakterimiz Omon meşhur bir internet komplo teorisinin ters yüz edilmiş versiyonuna dahil olduğunu öğreniyor. 1993 yılında yazılmış bir uzun öykünün -ki buna roman denilmesine pek katılmıyorum- böyle bir sonla bitmesi ilginç. Yazarın meşhur komplodan haberi olması ihtimalini düşünerek bu komployu sistemi eleştirmek için kullanması oldukça yaratıcı. Ancak bunu öğrendiğimiz andan birkaç sayfa sonra öykü bitiyor. Karakterimizin, her şeyin nasıl planlandığını, nasıl yapıldığını öğrenmesi, Omon'la beraber biz okurların da öğrenmemiz daha iyi olabilirdi. Çünkü öykü bittikten sonra esas akılda kalan soru, "peki bunu nasıl yapabildiler?" oluyor. 

Esasında iki uzun öyküden oluşuyor "Omon Ra". Kitaba ismini veren, daha uzun olan "Omon Ra" öyküsü, yukarıda da bahsettiğim gibi Sovyet Uzay Programı ve SSCB'yi eleştiriyor. Bir bölüm dışında son derece keyifli bir öykü. O bölümü, bölüme geldiğinizde anlayacaksınız. Yavaş yavaş, belki ikinci kez okumanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ben kitap dönünce tekrar döndüm. Kurguya nasıl bir katkısı olduğu yönünde şüphelerim var, ancak tuhaf bir bölüm olduğunu kabul ediyorum. Tekrar okurken, müstakil ve daha geniş bir öykü olması gerektiğini düşündüm.

Tuhaf demişken, kitabın ikinci öyküsüne geçmek isterim. "Sarı Ok" isimli bu öyküde karakterimiz Andrei, bir trende yolculuk ediyor. Esasında onunla birlikte bütün insanlar da bu trende. Nereden kalktığını, nereye gittiğini, ne zamandır yolda olduğunu bilmediğimiz bu trene dair tek bilgimiz ismi: Sarı Ok. Ancak bu ismin neden konulduğunu da bilmiyoruz. Bütün bu bilinmezlikler arasında yine bilindik şeyler devam ediyor. Bir trende yaşamalarına rağmen insanlar yine bilindik düzeni kurmuşlar. Doğal olarak kondüktörler ve treni işletenlerin hakim olduğu bu düzende her kesim için farklı vagonlar ayarlanmış. İnsanlar vagonlar arası ticaret yapıyor, kimi illegal işlere girişiyor ve gerektiğinde kondüktörlere rüşvet de veriyor. Bir yandan oldukça sıradan ilerleyen hikaye, diğer yandan insanı düşündürüyor. Nasıl? Nasıl oluyor da bir trendeyiz? Nasıl oluyor da kimse umursamıyor? Yolculuğun nereye olduğunu niye kimse sormuyor? Öykü, bütün bu sorularla devam ediyor. Cevapları belki de veriyor, ancak trenin gürültüsünden duyamıyoruz.

"Omon Ra", iyi bir hiciv. Sonuyla da insanı güzel şaşırtıyor. "Sarı Ok" ise son zamanlarda okuduğum en tuhaf düşünceydi, yazarın diğer eserlerini okumaya ikna edecek kadar tuhaf bir düşünce.

 Teselli Puanı: 4/5

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben

Haftalık Rapor Özel Bölüm

Zaman akıp gidiyor. Geçen hafta bu zamanlar Berlin'de geziyorduk. Müzeleri ziyaret edemeyeceğimiz tek günü dışarıda geçirmeye karar vermiştik. Yürüdük, yürüdük. Checkpoint Charlie'yi, Kreuzberg'i, East Side Gallery'i gördük. Normalde bu satırlara birkaç fotoğraf eşlik edecekti. Bilge'nin çektiği, buraya koymak için özenle seçtiğim fotoğrafların olduğu telefonumu cumartesi gecesi kırdığım için -birazdan o kısma da geleceğiz- sizi yalnızca bu satırlarla karşılayabiliyorum. Gerçi zaten bu yazının da bir Berlin rehberi olma ihtimali yok. Ancak normal bir hafta da olmadığı için, biraz rutinden çıkarak bu hafta özel bir haftalık rapor yazmak istedim. Karşınızda geçen haftadan birkaç not. (Bütün rutini terk etmiyoruz tabii. Ekrana bakma sürem muhtemelen uzundu, çünkü Google Maps'te bolca vakit geçirdiğim bir haftaydı.) Ne Yaptın? Gezdim. Berlin'deki sınırlı günlerimizin bir dakikasını bile boşa geçirmeden, görebileceğimiz her yere gitmeye çalıştık. Ne yazık ki her