Ana içeriğe atla

Kontrol Kalemi: Sezen Ünlüönen - Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi

 

Yayıncı: İletişim Yayınevi

Editör: Duygu Çayırcıoğlu
Kapak: Seda Mit
Baskı Yeri/Tarihi: İstanbul/2024
Sayfa Sayısı: 88

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, "Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi" isimli romanda arıyoruz.

"En Sevdiğim Kitap İsimleri" listesi yapsam, ilk romanı "Kıymetli Şeylerin Tanzimi" ile bu listede üst sıraları zorlayacak Sezen Ünlüönen'in son romanı, günlük hayatta sıkça duyduğum, zaman zaman kullandığım bir kalıbı taşıdığı kapağıyla bizi karşılıyor. Kitabın alametifarikalarından biri de bu; gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız kalıpları (cümleler, kişiler, durumlar vs.) çoğunlukla eleştirel bir şekilde karşımıza sunuyor. Modern hayatta -belli ki yazarın da canını sıkan- can sıkıcı ne varsa, romanın attığı taşlardan nasibini alıyor. Baş karakterimiz dahi, tanısak pek sevemeyeceğimiz bir tip, atılan taşlardan nasibini alıyor. Üstelik bütün bu taşlar cennette (bunu birazdan konuşacağız) cenneti de hedef alarak atılıyor, hem de ince bir mizahla. Mizah, Sezen Ünlüönen'in kitaplarından aldığınız tadı artıran hoş bir detayken bu kitapta daha da öne çıkıyor. Kitabın bir taşlama olarak başarısı da bu mizahı, okuru sıkmadan, aşırıya kaçmadan kullanabiliyor olmasında.

Peki, olayımız ne? Kıyametin ardından cennete girmeye hak kazanan baş karakterimizin cennetteki ilk günlerini okuyoruz. Cennetin işleyişini (aslında işlemeyişini), günümüz insanının cennette bile dünyadaki düzeni kurmaya çalışmasını görüyoruz. Baş karakterimiz ve komşusu Ada, içine girdikleri sistemden yararlanırken bir yandan bu sistemin aksayan yanlarını görüyor ve bunun nedenlerini -baş karakterimiz başta pek istekli olmasa da- araştırmaya koyuluyor. Anlıyoruz ki bürokrasinin demir kafesi, sadece dünyayı ele geçirmekle doymamış; Weber'in ruhu şad olsun, cenneti de gözüne kestirmiş. Görevliler, bürolar, evraklar, başvurular ve bekleyiş; cennette olmasını beklemediğiniz pek çok şey karşımıza çıkıyor.

Bu da bizi önemli bir soruya getiriyor; yahu bu nasıl cennet? (BİR SONRAKİ CÜMLEYE KİTABI BİTİRDİKTEN SONRA DEVAM ETMENİZ ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR. LÜTFEN BİR SONRAKİ UYARIYA GİDİNİZ.) Bu konuda birbiriyle yarışan iki "teori"mden bahsedeceğim. Mahşer yerinin tasvir edildiği ilk sayfalarda, listelerde ismi okunan kişilere "kırmızı" tişörtlü kişilerin eşlik ettiği ve onları cennete götürdüğü yazılıyor. Kırmızıyı okuyunca insan işkilleniyor -öhöm, alevler, cehennem, öhöm- ama "bu da Allah'ın bir rengi değil mi canım? Hem bu kadar açık bir ipucu verilmez herhalde" diye okumaya devam ediyorsunuz. Cennette gerçekten karakterlerimizin çoğu isteği yerine getiriliyor. Ancak hem işleyiş hem de yavaşlık, ister istemez sizin de canınızı sıkıyor. Üstelik hikayeyi günlüğünden okuduğumuz baş karakterimizin -elbette bize düşmez ama- cennete girmeyi nasıl hak ettiğine de anlam veremiyorsunuz. Üstelik yaşananlar da size cennetin bize bugüne kadar tasvir edilen modelini sorgulatıyor. Bu nedenle insanın aklına ister istemez, zekice planlanmış bir cehennem azabı okuyup okumadığımız takılıyor. En azından, kitabın son sayfalarına kadar bir zebaniyle karşılaşıp gerçeklerin ortaya çıkacağını bekledim. 

Ancak işler böyle ilerlemiyor; karakterlerimiz, "yedinci kat gökte, Arşın altındaki" İlliyyun'a gidiyor. Başbaşkan ile görüşüp sıkıntılarını bizzat ona anlatmak istiyorlar, ancak kitabın o şaşırtan finali gerçekleşiyor. Okurun zihni çalışıyor, ne olduğunu, karakterlere neler olacağını anlamak istiyor. "Burası cehennem miydi? Yoksa bu sıkışmışlık arafa mı işaret ediyordu?" Belki hepsi, cennetin de insanlar tarafından bozulabileceği fikrinden kaçmak içindi ama olsun. Bu -aslında kısa- kitapta, okuru bir hikayenin içine alıp ters köşeye yatırmak, kucağında sorularla uğurlamak başarıdır. (Ya da ben hiçbir şey anlamamışım ve kitabı tekrar okuma fikrini ivedilikle gündeme almalıyım)

(KİTABI OKUMASANIZ DA BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ) 

Romanın kısa olduğunu söyledim. Hikaye, kısa olmasından da güç aldığı için bu durum, çok da canımı sıkmadı. Ancak en büyük günahlardan biri oburluk ve insan, obur bir canlı. Daha fazla sayfa olmasını, aksayan bütün yanlarına rağmen -belki de bu aksaklıktan keyif aldığı için- bu cenneti biraz daha okumak istiyor. İleride, olur da cennete gidersek, gerekli yerlere başvurup bu romanın genişletilmiş bir versiyonunu okuyabiliriz; biraz bekleriz, bürokratik ıvır zıvırlarla uğraşırız. Ama olsun.


Ahiret Puanı: 5/5

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...