Ana içeriğe atla

Haftalık Rapor 7

Merhaba.

Ekran verilerine ulaşıp ulaşmamanın iyice bahane olarak kaldığı bir haftayı geride bıraktık. Geçen hafta, yeni eserlerle tanışma açısından güzel, çalışma açısından verimli bir haftaydı. Şikayetçi olabileceğim pek bir şey yok. Elbette, istesem şikayetçi olabileceğim pek çok bulabilirim. Etrafınıza bir bakın, siz de şikayetçi olacağınız şeyler bulmakta zorlanmayacaksın. Zorlanmıyoruz da. Haklı veya haksız -çoğunlukla haklı- olarak şikayet ediyoruz. Bizim için bu milli bir spor gibi. Ancak bugün bir değişiklik yaparak bu haftanın raporunda hiçbir şeyden şikayet etmeyeceğim.

Neyse efendim, haftanın raporuna geçeceğiz. Ancak öncesinde gelecek haftanın raporunun gecikebileceğini, belki gelemeyeceğini söylemeliyim. Hafta sonu canım eşimle bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculuğun hazırlıkları ve yolculuğun kendisi oldukça eğlenceli, bir o kadar da yoğun olacak. Bu nedenle gelecek hafta için izin istiyorum. Dönünce bu keyifli yolculuğu da konuşuruz.

Neyse efendim, geçen haftanın raporu şu şekilde.

Ne Okudun?

Bu hafta, Birgün Hocanın geçen hafta başladığım kitabı "Devlet Bilimi" kitabını bitirdim. Metodolojiye ilişkin bölüm ile "göçebe devlet" kavramını tartışmaya açtığı bölümü tekrar okumak üzere kaydettim. Özellikle yeni kaynaklara işaret eden zengin kaynakçasından da faydalandım. Nitekim haftanın ikinci okuması Henri J. M. Claessen ve Peter Skalnik'in "Erken Devlet" kitabı da Birgün hocanın kaynakçasından aldığım bir kitap. Şeflik ile modern devlet arasındaki boşluğu dolduran kurumun, erken devlet olarak adlandırılabileceği hipotezini işleyen kitap esasında eksik bir çeviri. Kitabın çevirmeni Alaeddin Şenel hoca, bu durumun nedenini önsözde açıklamış (biraz da şikayet ederek). Örnek olay incelemeleri, özellikle devlet teorisi alanında kulağa ilginç geliyor; bu yüzden kitabı orijinal dilinden de okuyacağım.

Kurgu alanında geçen haftaya kararsız başlamıştım. Haftanın sonuna doğru ne okuyacağım belli olduğu için, haftanın başında okuduğum kitabı seçmekte biraz zorlandım. Ancak sonuçta Saul Bellow'un "Boşlukta Salınan Adam" kitabını okudum. İkinci Dünya Savaşı esnasında ABD'de askere çağırılmayı bekleyen, çağırılacağı için işinden ayrılıp günlerini günlük yazarak geçiren Joseph'in bu günlüğünü okuduğumuz kitap savaşın arka planda kaldığı bir savaş romanı. Tatar Çölü'yle benzer şekilde bekleyerek geçen bir zaman ve bu beklemenin insana etkilerini okuyoruz. Joseph, entelektüel bir çevrenin simalarından biri iken savaşa gidecek olması, yavaş yavaş ilkel içgüdülerini ortaya çıkarıyor. Sinirleri bozuluyor, herkesten uzaklaşıyor ve tepkileri doğallaşıyor. Kitabın sonunda, savaşa gitmeye tamamen hazır bir hale geliyor. İnsanın psikolojisi ve -çok az da- devletle ilişkisine yönelik iyi bir kitaptı.

Haftanın, önceden okunmak üzere hazırlanmış kitabı Sezen Ünlüönen'in "Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi" isimli romanıydı. Bu güzel isimli roman, Sezen hanımın üçüncü romanı. İnce gözlemleriyle ilk iki romanını büyük bir keyifle okuduğum yazar, bu kitabında da bu ince gözlemlerine, hoş mizahını da eklemiş. Hakkında bir Kontrol Kalemi bölümü kesinlikle gelecek, bu yüzden konuşma hakkımı oraya bırakıyorum. Burada sadece kitabı önermekle yetineceğim.

Ne İzledin?

Hafta başında, geçen senenin övülen işlerinden Netflix'in son animelerinden "Pluto"ya başladık. Müthiş. Haftanın devamını diğer bölümlerini izleyeceğim zamanı bekleyerek geçirdim desem abartmış olmam. Ancak canım eşimle bir türlü aynı anda müsait olamadığımız için devam edemedik. Artık çaktırmadan izlemenin zamanı gelmiş olabilir. Aramızda kalsın.

Ne Dinledin?

Bir önceki hafta Oasis'i dinleyince, geçen haftaya kaldığım yerden devam ederek başladım. Ardından Noel Gallagher'ın son albümüne geçtim. "Noel Gallagher's High Flying Birds" albümü harika bir kesmekeş. Hangi şarkıdan nasıl bir şey çıkacağını bilemediğiniz, sürprizlerle dolu bir albüm. Hafta sonuna kadar bu lezzetli albümü dinledim.

Haftayı bitirirken önerilen listelere göz attım ve The Cardigans'ın "My Favorite Game" şarkısıyla tanıştım. Dilime takıldı ve bu yazıyı yazarken zihnimin arka planında çalmaya devam ediyor.

Rapor bu şekildeydi. İki hafta sonra görüşmek üzere.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben

Haftalık Rapor Özel Bölüm

Zaman akıp gidiyor. Geçen hafta bu zamanlar Berlin'de geziyorduk. Müzeleri ziyaret edemeyeceğimiz tek günü dışarıda geçirmeye karar vermiştik. Yürüdük, yürüdük. Checkpoint Charlie'yi, Kreuzberg'i, East Side Gallery'i gördük. Normalde bu satırlara birkaç fotoğraf eşlik edecekti. Bilge'nin çektiği, buraya koymak için özenle seçtiğim fotoğrafların olduğu telefonumu cumartesi gecesi kırdığım için -birazdan o kısma da geleceğiz- sizi yalnızca bu satırlarla karşılayabiliyorum. Gerçi zaten bu yazının da bir Berlin rehberi olma ihtimali yok. Ancak normal bir hafta da olmadığı için, biraz rutinden çıkarak bu hafta özel bir haftalık rapor yazmak istedim. Karşınızda geçen haftadan birkaç not. (Bütün rutini terk etmiyoruz tabii. Ekrana bakma sürem muhtemelen uzundu, çünkü Google Maps'te bolca vakit geçirdiğim bir haftaydı.) Ne Yaptın? Gezdim. Berlin'deki sınırlı günlerimizin bir dakikasını bile boşa geçirmeden, görebileceğimiz her yere gitmeye çalıştık. Ne yazık ki her