Ana içeriğe atla

Uzun Romanlar Okumak Üzerine

 Okuduğum kitapla aramdaki ilişki, kitabın birkaç sayfasından sonra belirleniyor. İlk birkaç sayfa, beni kendisine bağlıyor ve kitabı seveceğimi düşünüyorsam kitaba bağlanıyorum. Eğer kararsızsam, ilk birkaç sayfa beni çekememişse kitaba daha bir temkinli yaklaşıyorum. Kimi zaman bu ilk izlenim değişiyor. Severek başladığım bir kitabı bitirmek için yoğun çaba sarf ederken sevemeyeceğimi düşündüğüm bir kitap sonradan açılıp güzelleşiyor, "bitmesin" dedirtiyor. Kimi zamansa ilk kafa karışıklığı kitabın sonuna kadar devam ediyor ve kitabı sevip sevmediğime karar veremezken kitabı bitiriyorum. Yakın zamanda bitirdiğim Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul'uyla da benzer bir ilişki kurduk. Bu yazının konusu, bu roman değil. Oradan yola çıkarak başka bir şeyi konuşmak istiyorum. Uzun romanlar üzerine konuşmak istiyorum.


Birkaç senedir uzun romanlardan kaçtığımı, özellikle bir yazara ilk defa şans vereceksem görece yazarın kısa kitaplarını tercih ettiğimi fark ettim. Bildiğim, tanıdığım yazarların metinlerini sayfa sayısına bakmadan almakta tereddüt etmezken yeni bir yazar da aynı atikliği göstermiyorum, gösteremiyorum. Bunun birkaç nedeni var elbette.

Gün içerisinde okumaya ayırabildiğim süre daha kısıtlı. Akademik metinlerden, idari işlerden veya gündelik işlerden kalan zamanımın yalnızca bir kısmını okumaya ayırabiliyorum. Bu kısıtlı süreyi de olabildiğince çok kitapla geçirmek istiyorum. "Bir kitapla birkaç hafta geçireceksem", diyorum kendi kendime, "bu kitabın gerçekten seveceğim bir kitap olması gerekiyor." Yarım bırakmak bir seçenek, ancak benim deneyimimde hala rahatlıkla tercih edemediğim bir seçenek. Bu nedenle elim öncelikle sevdiğim, "o" kitabını da seveceğini düşündüğüm bir yazara gidiyor. Bu da esasında problemli. Çünkü Murakami'nin Zemberekkuşu'nun Güncesi'ni alırken tereddüt etmezken belki de Murakami'den daha çok seveceğim bir başka yazarı okumayı tercih etmemiş oluyorum. Bu da bizi ikinci nedene götürüyor.

Kitap seçerken zorlanıyorum. Bu da esasında birkaç nedenden kaynaklanıyor. İlki, elbette kitap fiyatlarındaki aşırı artış. Geçenlerde kitaplıktan Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni çekip birkaç bölüm okudum. Kitabı ne zaman, nereden, ne kadara aldığımı hatırlıyorum. Öğrenciyken KYK bursundan kalan son 50 liramla Dost Kitabevi'nden almıştım. Kabalcı Yayınevi'nden çıkan bu "beşibiryerde" kitabın başka bir hikayesi var, onu daha sonra anlatırım. Ancak kitabın bugünkü fiyatına bakalım. Diğer kitap sitelerinden görece daha ucuz fiyatlar veren bir yerde, kitabın Alfa'dan çıkan baskısı 233 lira, bilmemkaç küsür. Bugün Rehber'i okumak isteyen bir okur için kabul edilebilecek bir miktar belki, ancak benzer uzunlukta birkaç kitap daha eklerseniz sepete -ayda 5 kitap aldığınızı düşünelim- sepetiniz ister istemez yükte hafif pahada ağırlaşıyor. Kitap okumak gittikçe pahalılaşıyor. İnsanın okumaktan vazgeçmesi mümkün mü? Bu soruyu olumsuz cevaplarsanız ister istemez okuma tercihlerinizi değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Ben de bu durumu yaşıyorum.

Kitap seçerken zorlanıyorum. Bunun diğer nedeni de kitap okuyamamamla alakalı. Okumaya ayırabildiğim zaman azalınca, okumak için seçeceğim kitaplar üzerinde daha çok düşünüyorum. Hatta bazı günler, okuyacağım kitabı seçmeye ayırdığım vakit, okumaya ayırdığım vakitten daha fazla oluyor. 

Son neden ise odaklanmayla alakalı. Artık eskisi kadar odaklanmış bir şekilde okuyamıyorum. Dikkatim son sürat bilgisayara, telefona, başka işlere kayıyor. Gözlerim satırları takip etse de aklımda yarınki işleri planlıyorum, e-postalar yazıyorum veya metinler düzeltiyorum. Bakarsanız iki sayfa çevirmişim, ama sorsanız tek kelime anımsamıyorum. Kitaba da kendime de yazık ediyorum. Bu nedenle uzun romanlar okumaktan uzaklaşıyorum.


(Bu yazının konusu değil dedim ama duramayacağım. Üç İstanbul'u okuyun. Yer yer anlatıdan kopsa da Mithat Cemal Kuntay'ın dili, romanın diğer kusurlarını örtmeye yeter. Bazı paragraflar, buralardaki alıntılar usta işi. Romanın kahramanı Adnan, müstesna bir karakter mi? Tartışılır ama Üç İstanbul, müstesna bir roman.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...