Ana içeriğe atla

Hayri Bey'in Gerçek Yangını

 

Hayri Bey kimdi? 

Bu konuda elimizde, az da olsa birtakım bilgiler mevcut. Bu bilgiler yaşanan olayı aydınlatacak ipuçları verebileceğinden bir bakmakta fayda var.

Hayri Bey, 48 yaşında, çalışma arkadaşlarının dediğine göre hiç evlenmemiş, tertemiz yüzlü bir abimizmiş. Üsküdar Belediyesi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü’nde memuriyetine devam eden Hayri Bey hakkında çalışma arkadaşlarının ortak kanaati, işinde gücünde bir adam olduğu yönünde. Pek çokları ona, biraz da yaşına hürmeten ‘‘Hayri Abi’’ diye seslense de kimsenin onunla çok da yakın olmadığını söylememiz gerekiyor. Ancak şu tuhaf bilginin de altını çizmemiz şart. Konuştuğumuz çalışma arkadaşlarının tamamı, Hayri Bey’in kavurmaya bayıldığını söyledi. Hatta onunla aynı odayı paylaşan Aytekin Bey, Hayri Bey’in yemekhanede ne zaman kavurma çıksa sıranın en önünde yer aldığını, kavurmasını zevkle kaşıklayıp ağzını peçeteyle sildikten sonra, etrafındakilere ‘‘Kavurmadan sonra su içilmez. Etin tadı çıkmaz öyle’’ diye öğütler verdiğini söyledi. Etrafındakiler Hayri Bey’in bu öğüdünü tutmayınca, sitemkar bir şekilde dizine bir sille vurduktan sonra masadan aldığı kürdanı dişlerinin arasında çevirdiğini de -gerek olmamasına rağmen- dile getirdi.

Bu bilgi, Hayri Bey’in kavurmaya düşkün olduğu bilgisi, önemli. Olayın başladığı günün yemek listesine baktığımızda da öğle yemeğinde kavurmanın olduğunu görüyoruz. Tanık anlatımlarına göre, Hayri Bey yine sıranın ilk sırasından kavurmasını bol kepçe almış ve tabağını ekmeğiyle sünnetledikten sonra yine daha önceki günlerde olduğu gibi etrafındakilere takılmış. ‘‘Yahu,’’ demiş Hayri Bey, ‘‘kavurmadan sonra su içmeyin, bırakın yaksın.’’ Masasındakiler her zamanki gibi gülmüşler. Ancak o gün masada, tanıkların kim olduğu konusunda anlaşamadıkları bir isim Hayri Bey’e takılmış: ‘‘Olur mu Hayri abi Allah aşkına? Hem ne demiş atalarımız! Ye tatlıyı, içme suyu, yanarsa yansın; ye etliyi, iç suyu, donarsa donsun. Sen karıştırıyorsun.’’

Elimizdeki bilgiler ne kadar çelişkili olsa da olayların bu cümleden sonra başladığını söyleyebiliriz. Hayri Bey kızarmış, öksürmeye başlamış, kravatını çekiştirerek masadan kalkmış. Hızlıca belediye binasından çıkıp her gün evine gitmek için kullandığı Marmaray Üsküdar İstasyonu’na doğru koşar adım yönelmiş. Ancak diğer günlerin aksine istasyonu pas geçerek direkt denize yönelmiş ve avuç avuç su içmeye başlamış.

Hayri Bey’i görenler, ilk başta ne olduğunu anlamamış elbette. Onu deli sananlar olmuş, kamera şakası olduğunu, hatta Youtuber olduğunu düşünenler dahi çıkmış. Ancak Hayri Bey’in susuzluğu artmış. Susuzluğu arttıkça avuçlarını daha da batırmış denize. Üstü başı ıslanmış, ancak durmamış, duramamış Hayri Bey. İçtikçe içmiş, içtikçe içmiş. 

Deniz seviyesinin değiştiğini ilk kim, ne zaman fark etmiş? Kadıköy-Eminönü hattındaki vapur kaptanları olduğunu söyleyenler var, ama bilemiyoruz. Tek bildiğimiz Hayri Bey’in aradan geçen saatlerin ardından su içmeye, hızını hiç kesmeden devam ettiği. Görgü tanıkları Hayri Bey’in genişlemeye başladığını ilk o zaman fark etmişler. Birkaç duyarlı vatandaş polisi, kimi kafası karışık vatandaş itfaiye ve jandarmayı aramış. Polisler ilk aramaları ciddiye almamışlarsa da sayısı sıklaşan aramalardan işkillenerek bölgeye intikal etmişler ve Hayri Bey’i gerçekten de su içerken görmüşler.

Önce konuşarak ikna etmeye çalışmışlar, Hayri Bey cevap vermemiş. Ardından gençten iki polis memuru Hayri Bey’in kollarına girmek istemiş, Hayri Bey istifini bozmamış. Sinirlenen ekip amiri, Hayri Bey’in polise mukavemette bulunduğunu söyleyerek her ne şekilde olursa olsun karakola getirilmesini emretmiş. Polisler bir ekip halinde Hayri Bey’i durdurmak için harekete geçmişler. Geçmişler ama Hayri Bey’e yaklaştıkları gibi Hayri Bey bir anda açıklara yüzmüş. Ağzı kocaman açılmış, su içmeye devam etmiş. Kolları uzamış, metrelerce uzunluktaki kulaçlarıyla polislerle olan mesafesini açıvermiş. Kız Kulesi’ne birkaç saniyede varmış ve daha da hızlanarak su içmeye devam etmiş. Sanki içmiyor da suyu kuvvetli bir süpürgeyle çekiyormuş. Bu sırada gövdesi gözle görülür bir şekilde büyümeye başlamış. 

Bir gün, iki gün, üç gün derken Hayri Bey’in susuzluğu dinmemiş. Görevliler, ne yapacaklarını bilememişler. Ordu göreve çağrılmış, Hayri Bey’e müdahale edilmesi konusunda herkes hemfikirmiş ama yaşananlara kimse inanamıyormuş. Karadeniz ve Ege’deki deniz seviyesinin de düştüğü haberleri gelmeye başlayınca birkaç ülke durumu Birleşmiş Milletler’e taşıyarak meseleyi, uluslararası bir sorun haline getirmiş. Birleşmiş Milletler’de Hayri Bey’e yönelik bir operasyon yapılması tartışılmış, Amerika ve Çin yapılması planlanan müdahaleyi veto etmiş, ancak Genel Kurul’daki ülkeler toplanarak insanlığın yararı uğruna harekete geçmeye karar vermiş.

Birleşmiş Milletler Barış Gücü Boğaz’a gelmiş, Kız Kulesi’ni yıkarak oraya yerleşen Hayri Bey ile müzakerelere başlamak istemiş. Hayri Bey, susuzluğun pençesindeyken onlarla konuşamamış, su içmeye devam etmiş. Sabrı tükenen ülkeler, Hayri Bey’e ivedilikle müdahale edilmesi konusunda anlaşmışlar ve bir gün sabaha karşı Hayri Bey’in artık iyice genişlemiş sırtına asker çıkarmışlar. Amaçları Hayri Bey’e zarar vermeden onu uyutacak iğneleri sırtına batırmakmış. Ancak Hayri Bey’in vücudu gergef gibi gergin olduğu için iğnelerin uçları kırılmış. Barış Gücü üç hafta boyunca bölgede kalmış. En sonunda verilen zayiatlardan dolayı pes ederek pasif konuma geçmeye karar vermiş. ‘‘Stratejik bir geri çekilme,’’ demiş Barış Gücü Komutanı General Winnbaum, ‘‘Hayri Bey’in etrafını çevirdik. Onu kontrol altında tutacağız.’’

Hayri Bey’in susuzluğu dinmemiş. Dünyanın dört bir tarafından deniz seviyesinin düştüğü haberlere gelmeye devam etmiş. İnsanlar Boğaz’a bakınca Hayri Bey’i görmeye alışmış. Zaten bedeni büyüyerek bütün manzarayı kapattığı için insanların alışmaktan başka bir çaresi de yokmuş.

Bütün bu olaylar nasıl sona ermiş? Ne olmuş da Hayri Bey’in susuzluğu dinmiş? Buna hala bir cevap veremiyoruz. Sadece insanların bir sabah uyandıklarında Hayri Bey’in artık su içmediğini gördüklerini biliyoruz. Çok sevinmişler elbette, neredeyse dünya çapında kutlanacak bir olaymış. Sonrasında gerçekleşen olaylar olmasa, Hayri Bey’in idrar yolları çalışarak iki ayın sonunda geride sapsarı bir Boğaz bırakmasa gerçekten de bu olayı kutlayabilirdik.

Yine de çok şikayetçi değilim. İnsan her şeye alışıyor. Sapsarı bir Boğaz’a alışıyor. Hele geceleri görseniz, daha da güzel oluyor. Ama işte, bir de şu koku olmasa!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...