Ana içeriğe atla

Salçalı Makarna

Bu öykü, sonunda baş karakterin intihar ettiği bir öykü değil.
Öyle bir öykü olabilirdi. 
Eğer öykünün yazarı olarak baş karakterimizi güçlükle ikna etmemiş olsaydım... Birkaç dakika önce intihar etmeyi ciddi ciddi düşündüğü, şimdiyse bu düşünceden utandığı için isminin söylenmesini katiyen reddeden baş karakterimiz, siz öykünün ilk cümlesini okumadan beş dakika kadar önce salonundaki masada oturmuş, salçalı makarna yiyordu. Saat 21:57 idi ve baş karakterimizin aklından bu saatte salçalı makarna yiyecek kadar kötü duruma nasıl düştüğü sorusu geçiyordu. (Sağ omzumun üzerinden yazdıklarımı kontrol eden baş karakterimiz, makarnanın akşam yemeğinden kalmış, soğuk ve birbirine yapışmış olduğunun belirtilmesinin içine düştüğü bunalımın anlaşılmasında önemli olduğunu iddia ediyor. Ben o kadar gerekli olduğunu düşünmediğim için bu detaya öyküde yer vermiyorum.

Depresyonda olduğunu ve bu durumdan kurtulmak için bir şey yapacak dirayeti olmadığını fark ettikten sonra tabakta kalan makarnasını bitirdi. Ağzını peçeteyle sildi. Peçeteyi tabağın içine bıraktı. Bardağında kalan suyu içtikten sonra tabaktaki peçeteyi alarak ağzını bir kez daha sildi. Ardından tabağı mutfağa götürdü. Peçeteyi çöp poşetine attı, tabağı sudan geçirdikten sonra bulaşık makinesine yerleştirdi. 

Ardından salona gelerek intihar etmeye karar verdi. Sonrasında kendisini kapkaranlık bir yerde buldu. Önünde az önce bitirdiği tabak belirdi. Havada asılı kalan tabak, birkaç saniye geçtikten sonra bir yemek masasının üstünde kendine yer buldu. Yemek masasının etrafına dört sandalye konuldu. Sandalyelerin birinde kendisi vardı. Daha önce pek çok kez bu sahneyi yaşamış olduğundan karşısına, duvar bulunması gereken yere, baktı. Duvar, her zamanki gibi silikti. Arkasını dönüp salonunun tamamını görmek istedi. Yapamadı. Orada, sandalyede oturması, makarnasını kaşıklarken (ki bu da ilginçti, makarnayı hep çatalla yerdi) hayatının ne kadar kötü olduğunu düşünmesi ve intiharına karar vermesi gerekiyordu. Anladığına göre, kendisinden beklenen buydu. Bunun için bir sebebi olması gerektiğini düşündü. Bunca yıllık baş karakterlik kariyerinden öğrendiği bir şey varsa, okurun bu tarz soruları atlamayacağı ve her şeyden önce neden intihar etmek istediğini öğrenmek isteyeceği idi. Verilecek sağlam bir gerekçe, içinde yaşanılan topluma yöneltilen birkaç klişe eleştiri, belki eski anılardan özel bir parça okurun kendisiyle empati kurmasını sağlayacaktı. Ama belli ki henüz bu yönde bir çalışma yoktu. Bunları düşünmeye vakti olduğuna göre birileri daha başta tıkanmış demekti. Belki salonun tamamlanması üzerine çalışmak, iyi bir başlangıç olabilirdi.

''En azından başkaları öyle yapıyor.'' 

Önündeki duvar silik bir halde kalmaya devam etti. Dakikalar geçti, makarna tabakta bekledi. Harekete geçmedi. Birkaç kez kalkıp gitmeye yeltendi. Ancak belli ki iş hala bitmemişti. Buradan bir şey çıkmayacağını çok önceden fark ettiği için öylece oturmaya devam etti. Yetki kendisinde değildi. Birilerinin salçalı makarna yerken intihar etmeye karar veren bir adamın öyküsünün iyi bir fikir olmadığını fark etmesi, bir olgunluk göstermesi ve kendisini rahat bırakması gerekiyordu. 

Başını kaldırdığında masanın yerinde olmadığını fark etti. İstemsizce yukarı baktı. Halbuki yukarıda kimsenin olmadığını biliyordu. ''Eski bir alışkanlık.'' Saatine baktı, onun saatine göre yaklaşık elli dakikadır oradaydı. Artık işinin bitmiş olabileceğini düşündü. Kendisi için başından beri ölü olan bu yerde daha fazla vakit geçirmek istemiyordu. Kalktı, havada asılı kalan tabağı alarak silik salondan tamamen karanlığa, mutfağın bulunması gereken yere gitti. Çöp poşetinin olması gerektiği yere makarnayı boşalttı, musluğun olması gereken yerde tabağı yıkadı ve bulaşık makinesinin olması gerektiği yere tabağı bıraktı. İntihar etme fikrinden vazgeçmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...