Ana içeriğe atla

Özgür'ün Terk Edildikten Sonra Edindiği Alışkanlıkların Listesi I


1- Yaya yolunu yalnızca beyaz çizgilere basarak geçmek.

Nasıl olduğunu kendisi de bilmiyor, ama terk edildikten sonra Özgür tuhaf bir şekilde, karşıdan karşıya yalnızca beyaz çizgilere basarak geçmeye başladı. Bunu Ziya Gökalp Caddesi’ndeki ışıklardan geçtiği sırada, tam olarak söylemek gerekirse kaldırım ile yoldaki son beyaz çizgi arasını ufak bir sıçramayla aşarken ilk defa fark etmişti. Bir an için kendisini sorgulamış, çevresindeki diğer insanlar gibi neden normal yürümediğini, kaldırıma doğru sıçradığını anlayamamıştı. Ertesi sabah, beyaz çizgilere basabilmek için adımlarını ayarladığını fark etti. Büyük adımlar, küçük adımlar, ufak sıçramalar, birbirini takip eden dans motifleri gibiydi. Ama üzerinde fazla durmadı, en azından birkaç insanın kendisine baktığını fark ettiği bir sabaha kadar bu konuyu bir daha düşünmedi. Ama o sabah, kendisini üç adım atlamada piste (?) çıkmış gibi hissetmesinden mütevellit bu konuya daha sonra vakit ayırmaya karar verdi. Pekala tahmin edebileceğiniz üzere, depresyona girmiş pek çok insanın yaptığı üzere aldığı yeni kararların yüzde doksanına uymadı. Bu da o kararlardan biriydi.

Depresyonunun sonuna kadar bu küçük atlayışlara devam etti, öylesine ustalaştı ki yağmurlu havalarda ayakkabıları minik su birikintilerine hiç batmadı.


2- Mekik çekmek.

Özgür, göbekli olmayan herkesin karın kasına sahip olması gerektiğine dair çocukluğundan kalma saçma bir fikre sahipti. Bir sabah, duştan sonra karın kaslarına sahip olmadığını gördü ve anında sırt üstü uzanarak mekik çekmeye başladı. Uzun süredir spor yapmamış olmasına rağmen kendisini gereksiz yere zorladı. 37 adet mekik çekti. Diğer günler sırasıyla 42, 39 (kırka tamamlamak istemişse de karnındaki yanma izin vermemişti) ve 37 tane mekik çekti. Bir sonraki gün, acelesi olduğunu kendi kendine yineleyerek mekik çekmeden evden çıktı. Daha sonraları içindeki sızıyı engellemek için haftada bir mekik çekmeye başladı. Sağlık için (bu da tartışmalı aslında, karın kası için de denebilir) çıktığı yol, bir haftada omuzlarına yüklenmiş yeni bir yük haline geldi, adeta ritüele dönüştü. Peki, bundan en çok faydalanan karın kasları mı oldu? Ne yazık ki hayır. Hazır gıdalar, dondurulmuş yağlar, asitli içecekler ve katkı maddeleriyle doldurulmuş türlü türlü lezzetli abur cuburlar karşısında haftada bir kez, o da karın kasından çok vicdanı rahatlatmak için çekilen mekikten hayır beklemek, takdir edeceğiniz üzere, fazla saflık olur.


3- Yemek videoları izlemek.

Önce Facebook reklamlarında denk geliyor, sonra Youtube’da aramalara başlıyor. Yapmayacağını bilse de telefonu eline aldığı her zaman, en azından bir video izliyor; hayatında hiç görmediği malzemelerin bir araya gelerek böylesine canlı, böylesine muazzam görünen yemeklere dönüşmesine şaşırıyordu. Birbiriyle uyumsuz gibi görünen pek çok malzemenin aynı yemekte buluşmasına şaşırıyordu. Şaraba batırılan etlerin üzerine mozzarella serpiliyor, karideslerden köfteler yapılıyor, Özgür’ün hastalandığı zaman balın içerisinde tadını aldığı ve hiç sevmediği zencefilden kurabiyeler yapılıyordu. Özgür depresyonda olmasa, düşünme yetisinin büyük bir kısmını neden terk edildiğine dair saçmasapan teorilere harcamasa, buradan çok güzel sonuçlara varabilirdi. Kendi hayatını düzene koyma konusunda işe yarar çıkarımlar yapabilirdi. ''Çünkü hayat, farklı malzemelerin bir araya geldiği bir kazandır aslında. Yemek yapmaktan tek farkı, malzemeleri çoğu zaman seçemememiz ve kazana ne zaman gireceğini bilmememizdir. Ama ne kadar pişirmemiz gerektiğini bilirsek, yemeğin tadını bozmadan pişenleri çıkarabiliriz. Hayatımızı tatsız hale getiren çoğu zaman tam kararında pişmemiş malzemeler, olaylar, duygulardır.'' Tamam, belki de düşünme yetisini bir süre için kaybetmesi daha yararlı olmuştur. Bu fikirlerin yalnızca burada, birkaç kişinin önüne çıkarılması hepimiz için daha iyi olmuştur. Hem zaten Özgür bütün bu cümleleri hiç düşünmedi bile. Süt ile karıştırılan karabiberin tadını merak etti, mutfakta ikisi de olmasına rağmen kalkıp da merakını gidermedi.

Özgür biraz böyleydi. Harekete geçme konusunda beceriksizdi, mutfakta beceriksizdi, belli ki hayatta da beceriksizdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz. Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum: "Merhaba Sayın Hocam, Ben ...

Pratiklerde Hayatta Kalma Rehberi

Başlarken Not:  Neredeyse bir sene önce, vize sınavlarından sonra, sınav dönemi boyunca üzerine düşündüğüm metni blogda paylaşmıştım. Bu yazı,  o yazının  devamı. Bu nedenle önce o yazıyı okumanız daha iyi olacaktır. Çünkü orada yer alan tavsiyeler, doğal olarak burada yer almayacak. Bu yazıda daha spesifik olarak sınav gözetmenliği boyunca dikkatimi çeken durumlara ilişkin tavsiyelerde bulunacağım. Aslında daha çok söyleneceğim ama öyle söyleyince pek hoşunuza gitmiyor, "sen kim oluyorsun" itirazları ve diğer daha kötü anmalarla kulaklarım çınlıyor. Notun Notu: Yazıya başlarken niyetim gerçekten de sınavlar hakkında tavsiye verdiğim ikinci bir yazı yazmaktı. Ancak soru çözümüne yönelik pratik derslere ilişkin söyleyeceğim çok sözüm varmış. Ayrı bir yazı oluşturacak hacme ulaşınca önce bu yazıyı yayınlamaya karar verdim. Yazmak için yola çıktığım yazı da haliyle ertelendi. Sınavlardan önce yetişir mi, bilemiyorum. Gerçi ilk yazıyı düşünürsek yetişip yetişmemesi o kadar da...

Kontrol Kalemi: Barış Bıçakçı - Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Yayıncı:  İletişim Yayınları Editör:  Tanıl Bora Kapak: Suat Aksu Sayfa Sayısı : 131 Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, " Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin " isimli romanda arıyoruz. Zaman zaman Barış Bıçakçı uğruyor hayatlarımıza. Bir anda yeni romanının geleceği haberini alıyor, o güne kadar bekliyor, çıktığı gibi okuyor, böylece onu dinlemiş oluyor ve ardından kendisini uğurluyoruz; bir sonraki eserine kadar. O da iki eseri arasındaki süreçte ortadan kayboluyor, hiç görünmüyor, haber vermiyor; sonra bir anda yeni eseriyl...