Kontrol Kalemi III: Tarihi Kırıntılar - Barış Bıçakçı


Tarihi Kırıntılar - Barış Bıçakçı

Editör: Tanıl Bora
Kapak Tasarımı: Ali Osman Coşkun
Kapak: Suat Aysu
Kapaktaki Seramik Pano: Münevver Bıçakçı
Sayfa Sayısı: 194

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, Tarihi Kırıntılar adlı romanda arıyoruz. 


Hayatın henüz başında kırılırsak, kırıldığımız yerden hayata nasıl devam edebiliriz? Çetin bir kış günü sevdiğimiz birinin zamansız ve nedensiz kaybı karşısında, soruyu değiştirmek gerekebilir. Hayatın henüz başında kırılırsak, hayata nereden devam edebiliriz? Kaldığımız yerden devam edemeyeceğimiz açık. Yeni bir başlangıç noktasına ihtiyaç duyacağımız, bunun için etrafımıza bakınacağımız ve bu arayışımızda kırıldığımız yeri tekrar tekrar göreceğimiz açık. Kırılmış bir kulbu yerine oturtmaya çalışır gibi kırıldığımız yeri, başlangıç noktamız yapmaya çalışacağımız açık. Kırgınlığın peşinde koşacağımız açık. Tıpkı Can gibi.

Ablası Meral'in bir gün aniden ortadan kaybolması üzerine kırılıyor Can. Onunla beraber bütün aile de tuzla buz oluyor. Bu tuhaf kaybın ardından aile, hem Meral'i, hem de yeni başlangıç noktasını bulabilmek için şiire sarılıyor. Esas karakterimiz Can da şiir ve şairlerle kurduğu karmaşık ilişkiyle karşımıza çıkıyor. Bir gazetenin kültür sanat editörlüğü yürütürken şairlerle söyleşi yapıp bu söyleşileri hikayeleştirmeyi ve şairlerin isimlerini gizlediği bir kitap çıkarmak istiyor. Biz de kitap boyunca bir yandan bu izleği takip ederken bir yandan da Can'ın ve ailesinin, Meral'in kayboluşunun ardından yaşadıklarını kesitler halinde okuyoruz. 

Yazardan alıntı yaparak kitabın, ''tutarlı reddediş''in kitabı olduğunu söyleyebiliriz. Aile, kızlarının yokluğuna alışmayı reddedip hayatlarını bu kayıpla yaşamayı tercih ederken yazar da Meral'in kayboluşundaki sis perdesini hiçbir şekilde aralamayarak açıklama yapmayı reddediyor. İşin ilginç tarafı, kitabın yapı olarak tekrar eden bölümleri arasındaki yolculuğumuzun ilk adımında, yazarın kayboluşu o sis perdesinin arkasında bırakacağını biliyoruz, hissediyoruz. Ancak yine de okur olmanın yarattığı o saf beklenti ile ilerleyen sayfalarda Meral ile karşılaşacağımızı, karşılaşmasak dahi onun kayboluşu hakkında bilgilendirileceğimize inanıyoruz. Can'ın ve ailesinin bütün o arayışları boyunca onlarla soluklanıyor, onların bakmadığı köşelere, roman karakterleri oldukları için zaten bakamayacakları satır aralarına onlar için bakıyoruz. Ancak, tutarlı reddediş inatçı davranıyor. Meral'in kayboluşu somut bir varlık kazanıyor, ağırlığı ile hem kitabın hem de okurun göğsüne oturuyor. Yazarın ilk sayfadan son sayfaya kadar ısrarla sürdürdüğü bu tutarlılık, duygu yoğunluğunu başat öğe olarak öne çıkarıyor. Sayfalardan süzülen o yoğunluk, kesinlikle içi boş veya şimdinin vıcık vıcık duygularından değil. İşini bilen bir yazarın ustaca seçimlerinden ve maharetli işçiliğinden kaynaklanıyor.

Bu noktada bir itirafta bulunmalıyım. Kitabın 8 Mart'ta kitapçılarda olacağını öğrenip İletişim Yayınları'nın internet sitesinden tadımlık bir bölüm okuduğumda biraz tedirgin olmuştum. Bunun sebebi, kitabın masalsı başlangıcı ve yazarın kelime tercihlerinin bir an için bana pek samimi gelmemesiydi. Bunun üzerine bir de üç sene önce çıkan ''Seyrek Yağmur'' kitabından beklediğimi alamamam eklenince kitaba mesafeli davranmaya ve çıktığı gibi okumamaya karar verdim. Ancak huzursuz geçirdiğim bir gecenin sabahında, Barış Bıçakçı okurlarının çok iyi bildiği, ''Bizim Büyük Barış Bıçakçı Sevdamız'' ağır bastı ve kitaba başladım. Çok geçmeden de haksız çıkmanın lezzetini tattım. Eskisi gibi ama bu sefer daha da farklı bir kitapla karşı karşıya olduğumu görmek huzursuz gecenin bütün izlerini sildi. Kendimi Can'ın ve şairlerin masasında buldum.

Peki, bu kitabı farklı kılan ne? Yine yazarın alıştığımız kendine has üslubuyla karşılaşıyoruz. Ancak bu sefer belki de ilk defa bu kadar açık açık şiir hakkında yazan yazar, her bir kelimeyi bir şair hassasiyeti ve özeniyle bulundukları yerden getirip sayfaya konduruyor. Karşımızda şiire tutkun bir yazarın, tutkuyla yazmış olduğu bir roman var. Karşımızda bir romancının şiiri, aynı zamanda bir şairin romanı var. Yazar, romanın sınırlarıyla şiirin sınırsızlığını birleştiriyor ve şair gözlüğünü hiç çıkarmadan hikayesini anlatıyor. Alttaki alıntının başka bir izahı olabileceğine pek inanamıyorum:

''2014 yılının Ekim ayındayız. Can, Altınoluk minibüsünün kalkmasını beklerken bir plak gibi dönüyor gökte mavilik. Edip Cansever'in plağı bu. Öyleyse sonu gelmez bir sıkıntı ve boşluk duygusu da olmalı buralarda bir yerde, şimdi tam Can'ın göğsünde.''

Teselli Puanı: 5/5

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haftalık Rapor 6

Haftalık Rapor 5

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)