29 Ocak 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor 4

Vizelerden sonraki ilk günden selamlar. Şimşek gibi geçip bünyede dayak yemişcesine bir etki bırakan iki haftanın ardından ilk defa saat 10:00'da sınav nöbetinin olmadığı bir güne uyandım. Sınav haftasının diğer işleri erteletmesi acılarını çıkarıyor. Bir hafta sonra başlayacak ikinci dönemde yapılması gereken çok iş var. Üstelik sınavlarla geçen iki haftanın getirdiği bir hamlama da mevcut. Vücut sınav nöbeti tutmaya, kendini toparlamaya çalışmaya ve sohbete alıştığından tekrar oturup çalışmak biraz zaman alıyor, alacak. Telefonuma geçen haftanın ekran verileri gelmediği için ilerleme durumumu bu hafta paylaşamıyorum, ancak biraz daha dikkat ettiğimi söyleyebilirim. Üzerine bir de bu haftanın temposu eklenince ekran sürem azalmış olmalı. Ancak tempo, ne yazık ki geçen haftayı da etkiledi. Kısır bir haftanın raporu şu şekilde:


Ne Okudun?

Laski'nin Türkçe yayınlanan diğer kitabı "Politikaya Giriş"i okudum. Böylece Türkçe yayınlanan metinleriyle başladığım yolculuğun diğer adımına geçiyorum. Gözüme kestirdiğim bir eseri var, hazırlamam gereken bildirilerin ardından Laski'ye kendi dilinde merhaba diyeceğim. Acelem yok, Laski'yi yavaş yavaş, keyif alarak ve zamanında yazdıklarına şaşırarak okumak, artık konfor alanı diyebileceğim bir etkinliğe dönüştü. Siz de başlamayı düşünürseniz "Politikaya Giriş"in Eric Hobsbawm tarafından yazılan giriş kısmını okuyun. İlginizi biraz olsun çekerse, çekinmeden devam edin.

Bu haftanın romanı geçen hafta başladığım Dag Solstad'ın "Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı"ydı. Çok az okuyabildim, okuduğum kısmın büyük bir bölümünü de dün okuyabildim. Hatırladığım Solstad'tan çok daha hoşuma gitti. Kolay okunmayan bir biçimde yazılmış olmasına rağmen elime alabildiğim az zamanda bırakmakta zorlandım. 

Ne İzledin? Ne Dinledin?

O kadar kısır bir haftaydı ki bu iki başlığı bu haftalık -umalım ki sadece bu haftalık- birleştirdim. Doğru düzgün bir şey dinleyemediğim gibi düne kadar kayda değer bir şey izleyemedim de. Yalnızca dün, haftamı kurtaran kutsal pazar günü Prens'in kalan iki bölümünü izledim. Giray Altınok, elbette diziyi sırtlıyor ancak elçi Sangu da izlemesi oldukça keyifli bir karakterdi. İkinci sezona kadar ara ara açıp izlerim.

Bu hafta da böyleydi, haftaya görüşürüz.

26 Ocak 2024 Cuma

Sınavlar İçin Tavsiyeler (Evet, Sınavlardan Sonra)

Acısıyla tatlısıyla bir sınav döneminin daha sonuna geldiniz, tebrikler. Artık derin bir nefes alabilir, vize sonuçlarını beklemeye başlayabilirsiniz. O da ne? Henüz sınav döneminiz bitmeden birkaç sınav açıklandı bile. Test sınavlarının yalnızca sizin için değil, hocalarınız için de avantajları var.  İşte onlardan birini görmüş oldunuz.
Notlarınız beklediğiniz gibi gelmedi. Halbuki siz yazmıştınız. Zaten çalışmıştınız. Belli ki hocanız zor sordu, anlatmadığı yerden sordu, vs. Ya da belki de kağıtları okumadı. Asistanına okuttu, rastgele puanlama yaptı, kağıtları havaya atıp ters düşenlere yüksek verdi. Belki de hoca size taktı. Zaten şüpheleniyordunuz, derste size kötü kötü bakıyordu. Aa, derse gelmediniz. O zaman derse gelmediğiniz için de takmış olabilir. Bunların hepsini düşündünüz, düşündükçe daha da ikna oldunuz ve hocaya e-posta atmaya karar verdiniz. Ama nasıl yazacağınızı bilmiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Sizin için aşağıya bir örnek bırakıyorum:

"Merhaba Sayın Hocam,
Ben X dersini alan (hocanızın birden fazla dersi olabilir) X. Sınıftan (bu dersler farklı sınıflar için olabilir) X numaralı (hocanızın yüzlerce öğrencisi olabilir) X'im (kağıdınızın daha kolay bulunmasına yardımcı olur). Geçen günkü vize sınavından çok düşük aldım. Halbuki çok çalışmıştım. (Bu noktada bir karar vermeniz gerekiyor, e-postanın tonu nasıl devam edecek? Ben seçenekli olarak yazıyorum, siz hislerinize uygun olanı seçebilirsiniz)
A. Kızgınsanız: Emeklerimin karşılığını alamadım. Bu kadar zor sormak zorunda mıydınız?
B. Çok Kızgınsanız: Bu kadar zor sormak adaletsizlik. Zaten kağıtları sizin okuduğunuzu da düşünmüyorum.
C. Üzgünseniz: Bu kadar düşük almayı beklemiyordum. Acaba kağıdıma tekrar bakabilir misiniz?
D. Çözüm Odaklıysanız: Acaba uygun olduğunuzda hatalarımı sormak için yanınıza gelebilir miyim?
(Bu seçeneklerden birini seçtiniz ve devam ediyorsunuz.)
İyi günler dilerim, 
X"

A ve B seçeneklerinin işe yaramayacağını tecrübeyle söyleyebilirim. Sinirinizi atmada faydalı olabilir ama finallerde, hele de düşük aldığınız vizelerden sonra, daha iyi sonuçlar almanıza yardımcı olmaz. O halde ne yapmalısın? Gelin, pek fena olmayan bir öğrenciden, hukuk sınavlarına dair öneriler alalım.

Bir klişeyle başlayalım: Düzenli çalışmak.
İkinci dönemin ikinci haftası çalışmaya başladığım dersler vardı. Siz böyle yapmayın. Tekrar ediyorum, SİZ BÖYLE YAPMAYIN. Üniversitedesiniz, elbette eğlenecek, alabiliyorsanız hayattan keyif almaya çalışacaksınız. Ancak hemen başlamasanız da çalışma bir kenarda sizi bekliyor, bekledikçe de hacim kazanıyor. Özellikle bazı derslerde (her sınıf için bilirsiniz o dersleri), erkenden çalışmaya başlamakta fayda var. 
Bir klişeyle devam edelim: Sabahlara kadar çalışmak.
Bütün bu yazıyı ıskartaya çıkaran cümle geliyor: Nasıl çalışılacağını söyleyenlere pek de inanmıyorum. Ama siz okumaya devam edin, çünkü aslında sınavlarda yapmanız gerekenleri anlatacağım. Çalışma kısmını size bırakacağım. Akşam 10'dan sonra beynini kapatan biri olarak siz böyle biri değilseniz, kendi çalışma takviminizi oluşturun. İster gece, ister gündüz, kendinizi en verimli hissettiğiniz zamanda çalışın.

Kişisel gelişimi andıran kısmı geçtiysek gelelim sınavlarda yapılması gerekenlere. Elbette, bütün sınavlarda işinize yarayacak genelgeçer tavsiyeler değil, vereceğim tavsiyeler. Birkaç yüz, bin, belki onbin kağıt görmenin, soru okumanın sonucunda çok sık yapıldığını gördüğüm hatalara ilişkin "Siz böyle yapmazsanız daha iyi olur" demekten başka bir şey değil amacım. Gerçi, yine yapacaksınız. Canınız sağ olsun. Yine de bu yazıdan faydalanacak azınlık için devam ediyorum.
Öncelikle sınavlara yönelik genel tavsiyelerden başlayalım. Sınav salonuna geldiniz, yerinizi bulup oturdunuz.
Rahatlayın.
Toparlanın.
Zihninizdeki bütün düşünceleri kovun gitsin.
Birazdan sınava gireceksiniz (Calvino referansını yakalayanlara 10 puan). Sınav görevlilerini iyi dinleyin, çünkü size birazdan sınav kağıdını alınca okumaya üşeneceğiniz sınav talimatlarını okuyacaklar. Sınavda grup olup olmadığı, mevzuat kullanıp kullanılamayacağı, soru kağıdının sizde kalıp kalamayacağı, vs. gibi ufak ancak önemli bilgileri edineceksiniz. O yüzden, öncelikle dinleyin.
Az önce soru kağıdını aldınız. Sanki sınav görevlisi hiç okumamış gibi sınav talimatlarını tekrar okuyun. Artık başlamaya hazırsınız. Kaleminizi elinize alın. Sınav türüne göre devam ediyoruz.

Test sınavları, başımızın tatlı belaları. Siz çok seviyorsunuz. Kabul, sınav sonuçlarını açıklama noktasında kolaylık da sağlıyor ama ben sevemiyorum. Sınavı hazırlarken, yaparken, test sınavlarında gözetmenken sıkılıyorum. Değişmeyen birkaç davranışınız var, neden yaptığınızı anlayamasam da buraya yazıyorum. Belki sebebini yazan çıkar ya da belki yavaş yavaş değiştiririz.
1. GRUBUNUZU KONTROL ETMEK SİZİN SORUMLULUĞUNUZ. Evet, bizler uyarıyoruz. Uyarmak zorundayız. Ancak sınav heyecanıyla -yoksa bizleri umursamadığınızdan değil- duymuyorsunuz ve soru kağıdınıza da bakmadığınız için grubu işaretlemiyorsunuz. O yüzden dikkatli olun. Yoksa sınavdan sonra hocanızın peşinden koşarsınız, uyarayım. Soru kağıdı demişken aklıma geldi:
2. Sınav Talimatlarını Okuyunuz. Evet, bizler okuyoruz. Okumak zorundayız. Ancak sınav heyecanıyla -yoksa bizleri umursamadığınızdan değil- duymuyorsunuz. Bu yüzden talimatı okuyun lütfen. (Evet, az önce de talimatlar hakkında yazmıştım. Sınav boyunca sizi böyle defalarca uyaracağız, gerçekten sizin için. Kızmayın.)
3. Optik formun farklı dolduruluş şekilleri üzerine: Ne zaman başladı bilmiyorum, ancak öğrenciler arasında optik formun farklı doldurulması yaygınlaştı. Bildiği tüm bilgileri optik forma yerleştirenleri es geçiyorum (canlarım benim), tespit edebildiğim farklı gruplar var ve bunlar kendi aralarında savaş halinde. En azından şüpheleniyorum:
- İlk grup adını soyadını yazmıyor. İmza da atmıyor. Harflerin kodlandığı yerin hemen üstündeki kutucuklara yazıyor. Sebebini düşündüm, ad soyad yazıp imza atana kadar kaybedecekleri birkaç saniyeyi kazanmak istiyor olabilecekleri aklıma geldi. Makul değil, ama bir şey demiyorum.
- Adını soyadını yazmasına rağmen imza atmayanlar, ikinci grup. Bize güvenmiyor olabilir. Anlaşılır ama kırıcı.
- Ad soyad kodlasa da kutucukları boş bırakanlar grubu en sevdiğim. Herhangi bir aksilik durumunda harflerden kimlik bilgilerine ulaşmamızı sağlayacak bir yap-boz hazırladıkları için bu grubu çok seviyorum. Özellikle gruplu sınavlarda gruplarını işaretlemeyenler, favorimin de favorileri. Canımsınız.

Optik formun farklı şekillerde doldurulabileceğini öğrettikleri için bütün gruplara teşekkür ederim.

***Yazı henüz tamamlanmadan gelen düzeltme***
Bir arkadaşımla bu konu üzerinde konuşurken lise zamanında optik form işaretlemekten çok bunalıp artık optik formda bambaşka işaretlemeler yaptığından bahsetti. Düşününce öğrencilerin de bunalmış olabileceğini fark ettim. Benim aklıma gelmeyen sebep, bu olabilir.
***Yazı henüz tamamlanmadan gelen düzeltme***

Gelelim klasik sınavlara, en sevdiklerime. 
Korkmakta haklısınız. Test çözmeye dayalı bir sınav sisteminden geldiniz ve alışık değilsiniz. Ne yazacağınızı, nasıl yazacağınızı, ne kadar yazacağınızı bilmiyorsunuz. Ancak işte bu yüzden buradasınız. Bu söylediklerimi elbette bütün sınavlara uygulayamayacaksınız. Çünkü hocadan hocaya klasik sınav da değişebilir. Kimi hocalar uzun cevaplar isterken kimileri fazla fazla sorup kısa cevaplara puan verebilir. Ancak hocanız bunu size zaten söyler (sınavdan hemen önceki ders, diye fısıltılar duyuyor olabilirsiniz). Ben çoğunlukla işinize yarayabilecek tavsiyeler vermeye devam edeceğim. Yine kağıtlarda sıkça gördüğüm ve keşke yapılmasa dediğim birkaç hata üzerinde duracağım.
1. Soruyu anlayın. Soruda sizden ne istendiğini iyi anladığınızdan emin olun. Örneğin, "A'nın (bir düşünür olduğunu düşünelim) B düşüncesini açıklayınız." şeklinde bir soruyla karşılaştığınızda belki refleks olarak A hakkındaki bütün bildiklerinizi yazmak istiyorsunuz. Sakin olun. Kimse bunu sizden istemedi. A'nın B düşüncesini bilip bilmediğiniz soruldu (Biraz da kağıtları okurken kolay olsun diye, yalan yok). Bu yüzden A'yı kısaca tanıtıp B hakkındaki düşüncesini anlatmanız yeterli. Hayır, Z hakkında ne düşündüğünü yazmanıza gerek yok. Cevap kompozisyonunuz önemli. Kompozisyon demişken...
2. Cevabınızı kurgulayın. Cevabınız da bir metin olduğu için bu metnin kendi içinde kurgulanması gerekir. Nasıl? Giriş-gelişme-sonuç şeklindeki kutsal üçlüye dikkat ederek öncelikle bir girizgah, ardından cevabı açtığınız kısım ve nihayetinde kapanış. Bunun yerine -yukarıdaki örnekten devam edelim- "A hakkında bir cümle, A'nın C düşüncesi hakkında bir cümle, B hakkında bir fikir, A'ya dönüş, B'ye dair hatırladıklarınız ve D" şeklinde cümle salatası hazırlıyorsunuz. Şunu düşünebilirsiniz; "yazdıklarımda yanlış hiçbir şey yok, A hakkında bildiğim her şeyi yazdım." Ancak şunu da düşünmelisiniz; "A hakkında bildiğim her şeyi yazmam istendi mi?"
Hayır, istenmedi. Bu yüzden soruyu tam olarak cevaplandıramadınız.
Yukarıdaki örneğin bir adım ilerisinde maddeler halinde yazmak var. LÜTFEN, sizden maddeler halinde cevaplamanız istenmediği sürece, cevabınızda mutlaka yer alması gerekmedikçe maddeler halinde cevaplamayın. A'nın B hakkındaki düşüncesini sorduğumuzda, A hakkında hap bilgiler almak istemiyoruz. Başı sonu belli, efradını cami, ağyarını mani bir cevap istiyoruz. O cevabı göremediğimizde de ne yazık ki tam puan veremiyoruz.
3. Yazım kurallarına dikkat edin. Bir hukuk öğrencisinin mezun olduktan sonra yapabileceği meslekler arasında yazıya gerek olmayacak bir meslek yok. Hakimler karar yazıyor, savcılar iddianame yazıyor, avukatlar dilekçe yazıyor, akademisyenler makale yazıyor, yazıyor, yazıyor... Meslek hayatınız boyunca yazacaksınız. Bundan kaçışınız yok. O yüzden dil bilgisi ve yazım kurallarıyla kavga etmeyin. 1 anlığına bütün yazı da bu şekildeki hiç zor değil böyle yazmak, yazdığımı hayal edin. Okuyan için hiçmi hiç kolay olmazdı dimi? Dili ciddiye alın, kurallarını öğrenin. 

Galiba sona geldik. Uzun süren bir sınavın sonunda hafif hafif başınız ağrır hani, biraz ateşiniz çıkar. İşte öyle bir durumdayım. Yazmadığım, aklıma gelmeyen pek çok şey vardır ancak "Bunları unutmayayım" dediğim her şeyi yazdım. Aklıma gelecek diğer şeyleri, yazma zamanı geldiğinde -yani bir başka sınav dönemi, sınavlardan sonra- yine yazarım. Bu esnada siz de derslerinize çalışmayı unutmayın. 
Sınavlarınızda başarılar dilerim.
(Ve hayır, henüz notları girmedik ve çanın kırılıp kırılmadığını bilmiyorum, inanın.)

21 Ocak 2024 Pazar

Haftalık Rapor 3

Geçen hafta telefonu, bir önceki haftaya göre 1 saat 4 dakika daha az kullanmışım. Bu iyi haberle geçen haftanın raporu şöyle şekillendi, demeden önce şu gerçeği belirtmekte fayda var. İnsan, bir haberi iyi olarak algılamada ve bu haberi başkalarına bir müjde olarak vermede çok tez canlı. Kurnaz bir tez canlılık bu, haberi hemen paketleyip ardını arkasını sormayı, soruşturmayı engelleyen bir tez canlılık. İlk cümleyi ele alalım mesela, telefonu 1 saat 4 dakika daha az kullandığımı söyledim. Bunu iyi bir habermişçesine sundum.

Halbuki siz okurlar, geçen haftanın tamamında sınav görevlisi olduğumu, görev esnasında telefona zaten az bakmam ve bu 1 saat 4 dakikalık sürenin aslında daha az olması gerektiğini bilmiyorsunuz. Belli ki daha az olması gereken ekran süremi, sınav aralarında ekstra çaba sarf ederek yine yukarıya çekmişim. Yani başarısız bir başarı bu. Evet, ekran sürem kısalmış; bütün bu yazı dizisini yazma amacımı gerçekleştirmişim gibi görünüyor. Halbuki, çok daha iyi olabilirdi, olmalıydı. Ortamın uygunluğunu geçtim, ortamın zorunluluğuydu bu.

Yine de haberi, iyi bir haber gibi sundum. Burada bir hayat dersi var, ancak ortaya çıkarmak için yorgunum. Bu haftayı da atlatalım, sonra hep beraber hayat dersleri üzerine düşünürüz. Söz.

Neyse efendim, karşınızda geçen haftanın raporu.

Ne Okudun?

Bu hafta akademik okumalar açısından kısırdı. Günün yorgunluğunu biraz sonra göreceğiniz müthiş romanla atarken yalnızca tek bir eser bana eşlik etti; Harold J. Laski'nin "Düşünce Özgürlüğü" isimli eseri. Laski'nin akıcı, kılçıksız üslubu ve kolay okunurluğu nedeniyle araya aldığım bu eseri, not ala ala okudum. Hem dinlendirdi, hem de farklı yolları gösterdi. Laski okumayı değerli buluyorum. Açık bir zihnin, döneminin güncel örneklerini kullanarak tartışmalara nasıl katkı sağlayabileceğini göstermesi açısından önemli.

Haftanın romanı, Cixin Liu'nun "Üç Cisim Problemi"ydi. Geçen haftanın raporunda başladığımı söylemiştim. Bu hafta, her boş vaktimde elime aldım, elimden bırakamadım. Sıkı bir bilimkurgu okumayalı çok uzun zaman olmuştu. Üç Cisim Problemi, sıkı bilimkurguyu ne kadar özlediğimi ve sıkı bilimkurguya ne kadar aç olduğumu hatırlattı. Seriyi muhakkak bitireceğim, ancak zamana yaymalı mıyım, yoksa hemen devam kitabını sipariş etmeliyim, henüz karar veremedim.

Hafta bitmeden, Dag Solstad'ın "Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı"na başladım. Solstad, sevip sevmediğime henüz karar veremediğim bir yazar. Daha önce "On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap"ını okumuştum. Kitabı, bir sahnesi dışında hatırlamadığımı fark ettim, sanıyorum beğenmedim diyebilirim. Ancak ikinci kez şans vermek istemişim belli ki yeni kitabını aldım. Haftaya göreceğiz.

Ne İzledin?

İzleme açısından kısır bir haftaydı. O kadar kısırdı ki dün ikişer bölüm izlediğim "Gibi" ve "Prens" olmasa bomboş bir hafta olacaktı. Gibi'yi de çok dahil etmemek lazım, çünkü "Karanlık Güç" ve "Kuki"yi zaten defalarca izlemiştim. Prens ise arada açıp kaldığım yerden devam ettiğim, rahatlamak için izlediğim dizilerden bir diğeri. Henüz ilk sezonunu bile bitirmedim, muhtemelen ikinci sezonu geldiğince anca bitirmiş olurum ancak keyifli bir komedi.

Ne Dinledin?

Yeni bir şarkı yok. Biraz Queen, biraz eski çalma listeleri, çok az da Metallica.

Rapor bu şekilde, haftaya görüşürüz.

14 Ocak 2024 Pazar

Haftalık Rapor 2

Her pazartesi telefonum, geçen haftanın sağlık verilerini içeren raporu gönderiyor. Uyku düzenim, ekrana bakma sıklığım, kullandığım programları kaçar saat kullandığım vs. üzerine can sıkan bir sürü veri. Az uyuyorum, ekrana çok sık bakıyorum. Telefon ekranına bakmadığım zamanların büyük bir kısmını bilgisayar ekranına bakmakla geçirdiğimi bilmeyen telefonuma karşı mahcubum. Üstelik bu haftanın raporunda, telefonumu geçen haftaya göre 1 saat 20 dakika daha fazla kullandığıma ilişkin bir not da vardı. Bu süreyi, tekrar başladığım satrancın aldığını düşünüyorum. Bir yandan iyi, diğer yandan ise kötü. Haftada 80 dakika satranç için çok kısa bir süre olduğu için kötü, paslandığım için eski formuma kavuşana kadar fazlaca vakit ayırırdım diye düşünüyordum. Öte yandan yalnızca bu kadar vakit ayırabilmiş olmam iyi, fazlasını ayıracak vakit bulabilmem -özellikle bu haftadan itibaren- pek mümkün görünmüyor. 

Neyse efendim, karşınızda geçen haftanın raporu.

Ne Okudun?

Haftanın akademik metni Cemal Bali Akal'ın "Yasa ve Kılıç" kitabıydı. Geçen haftaki okumalardan sonra (tık tık) bu metne geri dönmem gerektiğini hissettim. Aradığım şeyi, üzerinde çalıştığım metin gereken çok değerli atıflar ve ek kaynakları buldum. Üstelik Cemal Bali Hoca'nın üslubundaki lezzeti bir kez daha tattım. Hocanın metinleri okumak akademik keyfin yanı sıra edebi bir keyif de veriyor.

Haftanın önemli bir kısmını Ayhan Geçgin'in "Son Adım"ı ile geçirdim. Beklenmedik bir anda gelen sımsıkı bir yumruk gibiydi. Kitabın son otuz-kırk sayfada saptığı yol, bitirdiğiniz yerden geriye bakınca esasında bu yola dair işaretlerin verilmiş olduğunu görmek, tekrar sonu hatırlamak, zor bir deneyimdi. Zor olduğu kadar güzel. İnsan Ayhan Geçgin'in bütün kitaplarını okuyup bitirmek istiyor, ancak bir yandan da her zaman okunacak bir Ayhan Geçgin kitabı kalsın istiyor. Bu yüzden son romanına başlamadım. Onun yerine Liu Cixin'in "Üç Cisim Problemi"ne başladım. Uzun süredir iyi bir bilimkurgu okumak istiyordum, ilk sayfalarıyla iyi bir bilimkurgu okuyacağıma olan inancım kuvvetlendi. 

Ne İzledin?

Canım eşime eşlik ettiğim Death Note maceramızı bitirdik. Malum bölümden sonraki kısımlar, nedense bu sefer o kadar da kötü gelmedi. Artık hafızamdan sildiğim için midir, pek çok kısmı hatırlayamadım bile. Canım eşim ise bütün bu deneyimi 10 üzerinden 8 olarak değerlendirdi. Ancak bütün uyarılarıma rağmen yeni bir anime arayışına girişti, birkaç günün ardından da buldu. Fullmetal Alchemist, ilk bölümüyle pek tatmin etmedi, ancak biraz daha şans verecek. Yine hatırlayamadığım bir bölüme kadar olan hikayeyi az çok biliyorum, en azından o bölüme gelene kadar kendisini itekleyeceğim.

Ne Dinledin?

Death Note'dan kalan soundtrack albümü ve jeneriğini çalan The World grubu oldu. Özellikle canım eşimleyken sürekli dinledik. İkinci sırada ise bu hafta Queen vardı. 

Rapor bu şekilde. Haftaya görüşürüz.

8 Ocak 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor

Her pazartesi telefonumdan geçen haftanın sağlık verilerini içeren raporu alıyorum. Uyku düzenim, ekrana bakma sıklığım, kullandığım programları kaçar saat kullandığım vs. üzerine can sıkan bir sürü veri. Az uyuyorum, ekrana sık ve çok bakıyorum. Telefon ekranına bakmadığım zamanların büyük bir kısmını bilgisayar ekranına bakmakla geçirdiğimi bilmeyen telefonuma karşı mahcubum.

Bu haftanın verilerine bakarken "Bunu," dedim, "bir şeye dönüştüremez miyim?". Bu bildirim, hayatımda bir şeyleri değiştirmem gerektiğini söylüyor. Daha fazla uyuyamam, ekrana daha az bakmaya çalışabilirim, bazı sık kullandığım (ama gereksiz) programları silebilirim. Ancak bunun da ötesinde bir şey arıyorum, yazmak için bir vesile arıyorum. O yüzden, her hafta başka bir rapor yazayım. Geçen hafta ne yaptın, ne okudun, ne izledin, ne dinledin tarzında. Klasik bir fikir işte, farklı bir numarası yok. Başlıyoruz.

Ne Okudun?

Bu hafta elimde birkaç akademik metin vardı. Oppenheimer'ın "Devlet"ini tekrar okuyorum. Bir yandan R. Carneiro'nun "The Circumscription Theory:A Clarification, Amplification,and Reformulation" ile "A Theory of the Origin of the State" makaleleri de benimle gezdi. Bu üçü, esasında iki-üç hafta önceki bir okumanın, Lawrence H. Keeley'nin "Uygarlıktan Önce Savaşlar-Barışçıl Vahşi Miti" isimli kitabının yankıları. Bir makale zihnimde oluşmaya başladı. Umarım içime sinen bir çalışma ortaya çıkacak.

Haftanın başında Şevket Süreyya Aydemir'in "Suyu Arayan Adam"ını bitirdim. Bitirdikten sonra bloga yazma isteği, bloga tekrar yazmama vesile oldu. Her ne kadar Aydemir hakkındaki yazma fikri şimdilik -Tek Adam ve İkinci Adam da okunana kadar- ertelenmiş olsa da okurken aldığım keyif ve bloga dönmeye teşvik etmesi açısından minnetle anacağım bir eserdi. Haftanın ortasından sonra Ayhan Geçgin'in "Bir Dava"sına başladım, dün bitirdim. İlk defa okuduğum Ayhan Geçgin için kesinlikle bir Kontrol Kalemi bölümü gelecek. Ancak esas önerilen kitabını bitirdikten sonra (Gelecek haftanın spoiler'ı).

Ne İzledin?

Yeni bir şey yoktu. Canım eşim, iş arkadaşlarından Death Note'u duyup izlemeye karar verince ona eşlik ettim. İlk amacım, ilk defa Death Note izleyen birinin tepkilerini, yorumlarını izlemekti. Özellikle malum bölüm geldiğinde vereceği tepkiyi merak ediyordum. Ancak kendimi diziye kaptırdım. Canım eşim de kaptırınca hızlıca malum bölüme kadar geldik. Sonrasında tempomuz -haliyle- biraz düştü, ancak sanırım bu hafta bitiririz.

Ne Dinledin?

Hafta boyunca (yine) The Smiths en çok çalandı. Ardından The Strokes, Oasis ve Jakuzi vardı.

Ozan Gündoğdu'nun podcasti Trend Topic, Sokrates'in Londra Merkez'i ve Cengiz Çevik'in müthiş Roma içerikleri de hafta boyunca -çoğunlukla ev işi yaparken- benimleydi.


Rapor bu şekilde. Haftaya görüşürüz.

5 Ocak 2024 Cuma

Badem ve Listeler Üzerine (Ek: Bir Okuma Listesi)

Suratımda bir kedi poposuyla uyanıyorum. Saat 4:35.

Evdeki misafirimiz, günün erken saatlerinde uyanıp sevilmek istiyor. Önce evdeki iki insandan birini uyandırmak için yoğun bir çaba gösteriyor. Miyavlıyor, gezmemesi gereken yerlerde geziyor, suratımıza oturuyor, koşturuyor. Uyanıyorum. Mama ve su kaplarını tazeledikten sonra kahvenin suyunu koymak için mutfağa geçiyorum. Evdeki misafir de benimle geliyor. Kahve suyunu koymamı bekleyip uygun anı kolladıktan sonra, benimle göz göze geldiği gibi halının üzerine bırakıyor kendisini. Göbeğini açıyor ve kendisini sevmemi bekliyor. On-on beş dakika sonra o uyumaya, benim yatakta bıraktığım boşluğu doldurmaya gidiyor. Ben de kahvemi alıp bu yazının başına geçiyorum.

Aslında yazının girişi farklıydı. Ancak Badem (bir önceki paragrafta bahsi geçen misafir), önce beni uyandırdı. Sonra da kumunun azaldığını görmemle günün ilk listesini yapmama vesile oldu. Alışveriş listesinin ilk sırasında Badem'in kumu var. Sonra su, ev için birkaç bir şey daha vs. Ancak bu kadar, kısa bir liste bu. Üzerine çokça düşüneceğim, vakit ayıracağım bir liste değil ve marketlerin açılmasına daha saatler olduğu için, bari yazıyı aradan çıkarayım dedim. O yüzden de hala bitmeyen bu girişi düşündüm. 

Sürekli liste yapıyoruz, yapıyorum. Her gün için yapılacaklar listesi, haftalık planlama listeleri, okuma listeleri, alışveriş listeleri, müzik listeleri... Kimisini hızlıca tamamlıyorum, kimisi üzerine uzun uzun düşünüyorum. Kimisi sadece beni ilgilendiriyor, kimisi ise başkalarıyla paylaşmak üzere hazırlanıyor. Hatta geçen sene böyle bir listeyi başka bir yerde paylaşmıştım. Bir okuma listesiydi. Aslında geniş çaplı bir listenin ufak bir parçasıydı. Genel Kamu Hukuku dersi için önerilebilecek eserler üzerinde düşünüyordum. Ancak bu liste, akademik çalışmalardan ziyade kurgu eserleri içerecekti, en azından plan buydu (Akademik çalışmalar için ayrıca bir liste de var). Arkadaşlarımla görüştüm, onlardan roman, öykü, dizi, film tavsiyeleri aldım. Sağ olsunlar, çok geniş bir liste oldu. Ancak liste yapmanın getirdiği birtakım sıkıntılar da var. İlki önerilenleri tüketmekle alakalı. Bir şeyi önermek için onu tüketmiş olmak gerektiğini düşünüyorum. En azından ben, özellikle böyle öneri içeren listelerde, önereceğim şeyi savunabilmek de istiyorum. Okumadığım veya izlemediğim eserleri öneremiyorum. Listedeki pek çok dizi ve film de bana bakıyordu. Kendileriyle yavaş yavaş tanışıyorum; belki bir gün, bütün listeyi izleyip bitirebildiğimde, o kısmı da paylaşırım (Ya da bu fikrimden vazgeçip tüketmediğim eserleri de önermeye başlarım).

Listelere ilişkin bir başka sıkıntı; listelerin, listeyi yapanın keyfine göre akışkan bir yapıya sahip olabilmesi. Benim Genel Kamu Hukuku dersi için düşündüğüm ve bir noktada kapsamını daraltarak okuma listesine dönüşen listem, başka bir noktada yine değişti. Kendimi sadece ders ile sınırlandırmak istemediğimi fark ettim ve "neden hukuk fakültelerinde daha fazla okunması gerektiğini düşündüğüm eserler listesi olmasın ki? dedim. Buna benzeyen listeler var. Özellikle üniversite tercih sonuçları açıklandıktan sonra, hukuk öğrencilerinin okuması gereken kitaplar, izlemesi gereken filmler/diziler listeleri paylaşılır. Bu listelerin ortak eserleri var. Çoğu aklınıza gelmiştir. Çok sıkı listeler de var. İşte bu listeleri de aklımda tutarak, bu listelerde pek sık rastlamadığımız, ancak fakültelerde daha sık önerilse, daha çok kişi tarafından okunsa ne güzel olur dediğim eserlerden teşekkül bir liste hayali kurdum. Bu da beni listelere ilişkin diğer probleme getirdi.

Liste işi, özellikle de bir şey önermek üzerine hazırlanan listeler, egoistçe bir iş (büyük harflerle BENCE). "Sen kimsin?" derler insana. "Bakın, ben bunları okudum. Siz de okuyun." demek, bunu diyebilme cesaretini bulabilmek tuhaf geldi. "Ben kimim de böyle büyük büyük listeler yapıyorum" dedim kendime, hem de çok sık. Bu yaptığımın sağlıklı bir şey olmadığı noktasında aydınlanacak kadar uzun bir süre kendime yüklendim. Sonra, sadece bir okur olduğumu fark ettim. İyi bir eseri önermeyeceksem okurluğun pek bir anlamı olmayacağına kani oldum. Yine denebilir tabii, "sen kimsin de bu eserin iyi olduğunu söylüyorsun?" diyenler çıkabilir. Sayfanın üstünde de yazıyor: Kötü bir okurum ben. Bu kadar.

Amacım, listedeki kitapları paylaşmak ve bu kitaplar için bir iki cümle yazmaktı. Laf lafı açtı, yazı uzadı. O halde sadece listeyi paylaşarak bitireyim. Listedekilerin neden bu listede olduğunu açıklama işini bir başka yazıya saklayayım. Görüşürüz.

1. Vladimir Nabokov - İnfaza Çağrı
2. Max Frisch - Kont Öderland
3. China Mieville - Şehir ve Şehir
4. Frank Herbert - Dune Serisi
5. Ödön von Horvath - Tanrısız Gençlik
6. J. M. Coetzee - Barbarları Beklerken
7. Kazuo Ishiguro - Gömülü Dev
8. Kazuo Ishiguro - Klara ile Güneş
9. Upton Sinclair - Petrol
10. Upton Sinclair - Şikago Mezbahaları
11. Katherine Burdekin - Svastika Geceleri
12. Tahsin Yücel - Gökdelen
13. Umberto Eco - Gülün Adı
14. Dino Buzzati - Tatar Çölü
15. Bernard Beckett - Genesis
16. Isaac Asimov - Franchise
17. Philip K. Dick - Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?
18. Ursula K. Le Guin - Omelas'ı Bırakıp Gidenler 
19. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü
20. Philip Blom - Cadı Kazanı
21. Raymond Queneau - Biçem Alıştırmaları
22. Robert Graves - Ben, Cladius
23. Monika Maron - Uçucu Kül

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler