20 Eylül 2019 Cuma

Dünyanın İlk Günü

Gözlerini kızıl bir gökyüzüne açtı. Sonra usulca kapattı. Başı ağrıyor, bütün kemikleri tek tek sızlıyordu. Doğrulmak için uğraşmadı, doğrulamayacağını biliyordu. Tekrar açtığı gözlerini, gökyüzüne dikti. Diliyle kurumuş dudaklarını ıslattı. ''Ne oldu?'' diye sormak istedi, soramadı.

Neler olduğunu hatırlıyordu. Koşuşturan insanları, çöken binaları, sarsılan yeri, parçalanan gökyüzünü... Kıyameti hatırlıyordu. Yaşadığı dehşeti, inanmamayı tercih ederek bahsi kaybettiğini, kutsal kitapların haklı çıktığını hatırlıyordu. Bir yaratıcının varlığını, Dünya'nın son gününde kabul etmiş olmasının acısını tekrar yaşadı. Bundan sonra olması beklenenlerden haberi vardı. Yanı başında kıyamet koparken son düşündüğü, kendisini bekleyen eziyetti.

Sonra gözlerini kızıl bir gökyüzüne açtı. Kollarını hareket ettirip görüş açısına kadar getirdi. Boynunu hafifçe kaldırarak vücudunun geri kalanına baktı. Görünürde herhangi bir yara yoktu. İşaret parmağını burnu ile üst dudağı arasına sürttü. Hayır, burnu bile kanamamıştı.

Başını sağa, ardından sola çevirerek etrafına bakındı. Etrafına kulak kesildi. Çıt çıkmıyordu. İleride, eğer gözleri ona oyun oynamıyorsa, bir şeyler yıkılıyor, parçalanıyor, düşüyordu. Ama burada, yanı başında ne bir ses, ne de bir hareket vardı. ''Ne oluyor?'' diye sormak istedi, sessizliği bölemedi.

Neden sonra içine bir umut doğdu. Kıyametin kendisini ıska geçtiğine, yaratıcının yarattıklarından birinin sonunu getirmeyi unuttuğuna dair bu umut bir anda büyüdü, belki de başkalarının da kıyametten sağ kurtulduğuna ve belki de insan neslinin yeni bir başlangıç yapması için kendisinin seçildiğine dair bir fanteziye kadar vardı.

''Seçilmedin.'' dedi gürledi gök. 

Vücudu kaskatı kesilirken gözlerini sıkıca yumdu. Kalbi ağzında atıyordu.

''Seni başka bir iş için düşünmüştüm.'' Bu sefer gürlememişti gök.

Sağ gözünü hafifçe araladı. Görebildiği kadarıyla etrafında kimse yoktu.

''Sol gözünü açtığında da etrafında kimseyi görmeyeceksin. Ama yine de sana, şah damarından daha yakınım.''

Sol gözünü de açtı. Kızıl gökyüzü hala yerindeydi.

''Her seferinde, bir sonraki sefer için yanıma birkaç kişi alırım, benim için birtakım görevleri yerine getirecek birkaç kişi.''

Hafiflediğini hissetti.

''Sen benim elçim olacaksın. Emirlerimi onlara tebliğ edeceksin. Onlara benim kelamımı öğreteceksin.''

Kızıl gökyüzü yaklaşıyordu. 

''Senin eğittiklerine karşı gelenler, onlara zulmedenler olacak. Varlığımı inkar edenler olacak, bu konuda bahse bile girecekler.'' Bu sefer gök gürültüsü bir kahkahaydı.

''Elinden hiçbir şey gelmeyecek, ey Cebrail.''

Gözlerini karanlığa açtı.

18 Eylül 2019 Çarşamba

Kontrol Kalemi XII: Parçalar ve Zerreler - Sedef Betil


Parçalar ve Zerreler - Sedef Betil

Editör: Duygu Çayırcıoğlu
Kapak: Suat Aysu
Düzelti: Aybars Yanık
Basım Tarihi/Yeri: 2019/İstanbul
Sayfa Sayısı: 122

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, Parçalar ve Zerreler isimli öykü kitabında arıyoruz.

Hala fark etmediyseniz söyleyeyim, İletişim Yayınları'nı seviyorum. Bu sevgime öykü okumayı, özellikle Türkçe yazılmış öyküleri okumayı sevmemi de eklediğimizde İletişim Yayınları'nın yıl içerisinde beni yeni öykücülerle tanıştırdığı bu düzenden memnunum. ''Madem Türkçe yazan yazarlardan öykü okumayı seviyorsun, bunca ismi şimdiye keşfedememiş olmana ne demeli?'' diye haklı bir soru yöneltebilirsiniz. Ben de üşengeçliğimi ve tembelliğimi ileri sürebilirim. Takip ettiğim dergiler dışında, kitapçılarda görmediğim takdirde, bu isimlerin peşine düşmediğim ortada. Ama işte yayınevlerimiz bu noktada bana yardımcı oluyor. Sadece İletişim değil elbette; henüz ilk kitabını yazmış pek çok yeni isim, artık dergi sayfalarından dışarıya adımını atabiliyor. İletişim Yayınları bunun yanı sırada hali hazırda öykü kitapları olan isimleri de önümüze getiriyor. Sedef Betil de bu isimlerden biri.

Sedef Betil'in okuduğum ilk kitabı Parçalar ve Zerreler. Peşinen söyleyeyim: Diğer kitaplarına da göz atmayı istiyorum. Bunun en büyük sebebi, kitabın ismiyle müsemma bir şekilde parçaları ve zerreleri okura çok iyi aktarabiliyor olması. Hayatın içinden çıkarılmış çok ufak bir parça, Sedef Betil'in öyküsünün konusu olabiliyor. Kimi zaman da bir duygu zerresi, öykünün ortasında büyümeye başlıyor. Öykü bitirildiğinde avucunuzda nurtopu gibi bir duyguyla kalıyorsunuz. Karakterler yolculuklarına devam ediyor. Sizse alacağını almış bir halde geride kalıyorsunuz. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Çoğu öyküde, sayfayı çevirdikten sonra öykünün devam etmesini bekliyorsunuz. Örneğin ''Yol ve Kadın'' isimli ilk öykü, ilk okumada yarım kalmış izlenimi uyandırıyor. Ancak yukarıda bahsettiğim duygu zerresini yakaladığınızda, Eren'in yaşadığı heyecanın size de geçtiğini görüyorsunuz. Sedef Betil anlatımını, duygular üzerinden kurmuş ve sanki temel amacı, öykülerdeki duyguların okura tesirini sağlamak olmuş. Özellikle her öykü için anlatıcı tercihini değiştirmesi ve dilini son derece yalın tutması, karakterler ile okurları duygu düzleminde bir araya getirme çabasını gösteriyor. 

Yakın zamanda Türkçe öykülerin çok fazla birbirine benzediğine, yazarların aynı karakterlerin aynı öykülerini anlattığına dair pek çok yazı okuduktan hemen sonra Parçalar ve Zerreler'e başladığım için ister istemez diken üstündeydim. İlk üç öykünün (''Yol ve Kadın'', ''Ben, Poyraz'' ve ''Doğum Günü Partisi'') anlatıcı bakış açısıyla yazılmış olması biraz düşündürmüş olsa da ''Müze'' ile birlikte Sedef Betil'in her öykü için en uygun anlatımın peşinde olduğuna emin oldum. ''Müze'' adlı öyküde yalnız bırakılmış Nilay karakterinin birinci ağızdan anlatılmayarak aslında bir de yazar tarafından yalnız bırakılması zekice bir karar. Öykülerde bu şekilde, yazar tarafından bilinçli bir şekilde tercih edilmiş pek çok anlatım biçimi görüyoruz. Bu tercihlere, farklı kesimlerden karakterler (bir holding genel müdürü, üniversite öğrencisi, on dört yaşında bir erkek, boşanan eşler, orta yaşını aşmış erkekler, 78 yaşındaki kadın karakter) yeni öykücülüğe dair eleştirilerin Sedef Betil'in yazdıkları için geçerli olmadığını söyleyebilirim. Farklı kesimden pek çok karakter, kendilerine has sorunlarla karşımıza çıkıyorlar. Bu kimi zaman yapay aile ilişkileri olurken kimi zaman geçmişte kalmış bir aşk oluyor. Bunun yanında aile ilişkileri, ölüm korkusu, bir yaz tatili kaçamağı gibi konuları da öykülerde okuyoruz. Sedef Betil, çekip çıkardığı parçalarla öyküsünün altyapısını kurup lafı dolandırmadan anlatarak okuru, sessiz sedasız öykünün sonuna getiriyor. Duyguları vermekteki başarısıyla da sayfayı çevirirken karakterlerin, öyküden sonra neler yaptıklarına ilişkin merakınızı dizginleyip ne yaptıklarından ziyade ne hissettiklerine odaklanıyorsunuz.

Teselli Puanı: 4.5/5

2 Eylül 2019 Pazartesi

Kontrol Kalemi XI: Kont Öderland - Max Frisch



Kont Öderland - Max Frisch

Çeviren: Şebnem Sunar
Kapak Tasarımı: Utku Lomlu
Basım Tarihi/Yeri: Mayıs 2019/İstanbul
Sayfa Sayısı: 117

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, Kont Öderland isimli oyunda arıyoruz.

Her okurun tamamlaması gereken bir görev gibidir kitap seçme süreci. Listeler yapılır, listeler takip edilir, bazen ani kararlar verilir, bazense önerilere sığınılır. Ama kimi zaman, bir kitap karşınıza çıkıverir. Kitap almak için çıkmamış olmanıza rağmen o kitap, yığınların arasından -bir şekilde (belki isminden, belki kapağından)- kendisini gösterir. Tam şu anda kitaplığınıza göz atın. Aklınızda hiç olmasına rağmen ani bir kararla satın aldığınız ve bu karardan pişman olmadığınız kitapları göreceksiniz. İşte Kont Öderland da benim için böyle bir kitap. Kendimle baş başa kalmış, her şeyden bunalmış bir halde yürürken kitapçının dışarıya koyduğu indirim raflarında görünce kendisine doğru çekildim. Arka kapağı okuduktan sonra kasaya gittim ve on beş dakika sonra, en yakın parkta bu on iki sahnelik cinayet baladını okumaya başladım.

Oyun isimsiz baş karakterimiz Savcı'nın çalışma odasında başlıyor. Savcı, hiçbir nedeni yokken çalıştığı bankanın güvenlik görevlisini bir baltayla öldüren veznedarın dosyası üzerinde çalışmaktadır. Cinayetin neden işlendiğini anlamaya uğraşırken, hayatı boyunca sıradan bir yaşam geçirmiş bu adamı kendisinden bile daha iyi anlamaya başladığını fark eder savcı. Ortam yavaş yavaş puslu bir hale gelir; yazar, karakterlerin etrafını örter ve ilk sahne savcının, hizmetçi kız ile yaşadığı ilginç diyalog ile biter. Hayatını mesleğine adamış olan savcı, böylesine nedensiz bulduğu cinayetin nedenlerini araştırırken kendi ifadesiyle duvardaki çatlağı ve onu saklamak için kullanılmış kaplamayı görür.

Oyunun ilk üç sahnesi ile gerçek ve fantastik arasındaki bağ, giderek gevşer. Eski bir masal olan Kont Öderland anlatısının da kullanılmasıyla baş karakterimiz Savcı, evrak çantasında balta taşıyan Kont'a dönüşür. Evinden kaybolur, jandarmaları öldürür, ve işin ilginci yaptıkları, belli çevreler tarafından destek görür. İnsanlar, yakalarının altına metalden yapılmış balta armaları takmaya başlar. Sahneler ilerledikçe Kont Öderland masalının yeni bir direnişe dönüştüğünü -ve nihayetinde bu direnişin sonunu- okuruz. Ama bütün izlek, gerçek ile fantastik arasında gidip geldiği için yaşananlardan emin olamayız. Öyle ki Savcı da oyunun sonunda, aslında neler yaşandığını bilmiyor görünmektedir. Sahnede ilk kez kendisini gösteren bir karakter, yazarın hepimizden sakladığı gerçeği dile getirir. Tekdüze, monoton ve hareketsiz hayatından sıkılarak özgürlüğünü isteyen Kont'un (Savcı'nın) özgürlüğün karşısında gördüğü iktidara karşı mücadelesinin bir çıkmaz olduğunu anlarız. ''Başkan'' karakteri tek bir cümlesiyle hem Savcı'yı hem de okuru yakalar: ''Özgür olmak için iktidarı devirenler, özgürlüğün karşıtı iktidarı devralırlar...'' Böyle bir cümle karşısında, henüz tamamlanmış bir devrimin şafağında dehşete düşmemek elde midir?

Oyun, hızlı temposuyla sona kadar merak ögesini kaybetmeden devam ederken böylesi vurucu bir sonla karşılaşmak okuru çarpacaktır. Çünkü Kont ile birlikte yürüdüğümüz yolda, Kont'un özgürlüğü için giriştiği mücadelenin aslında boşa kürek çekmek olduğunu görürüz. Başaramasaydı yakalanacak ve öldürülecekti. Başardığında ise ödülü özgürlüğü değil, iktidar oldu. Kaçtığından daha sıkı bir kapana kıstırıldığını anlayan savcıyı, uyanmaya çalışırken bırakırız. Özellikle son sahnenin, ilk sahnedeki mekanla aynı yerde geçmesi, ilk sahnenin bittiği yerden başladığı izlenimini vermesi ve Savcı'nın davranışlarındaki tuhaflık, her ne kadar yaşananların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını okura sorgulatsa da oyunun sonunda Savcı ile birlikte dehşete kapılırız. İncelikli düşünülmüş bir kurgu ile, modern zamanların eleştirisini başarıyla yapan yazar, son sahneye kadar elini açık etmez. Eleştirisini karakterlerinin monologlarına bırakmaz. Karakterler ile genel durumu ortaya koyar. Üstelik bunu hem isyancılar, hem de iktidar tarafından (elbette iktidara yaklaşımı eleştirel ve mizahidir) yapar. Bu haliyle, tuzağını gizlilikle hazırlayan bir avcı gibidir. Sistemi, sisteme başkaldıranları, onları engellemeye çalışanları gösterirken okuru son sahneye getirir. Belki de benim gibi, her şeyden bunalmış ve bir çıkış ararken kitaba rastlayan okurlar için son derece karamsar, bu karamsarlığı kat be kat artıran vurucu bir sonla kapağı kapattırır. Kont'u, Savcı'yı, Wolfgang'ı, öldürülen bekçiyi, sistemi, hayatınızı düşünürsünüz. Sonra sorarsınız: Neden?

Teselli Puanı: .../5

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler