31 Mart 2024 Pazar

Haftalık Rapor 11

Merhaba.

Bu hafta şikayet etmek yok. Bir süre de şikayet etmem gibi duruyor. Yepyeni bir ay, yepyeni bir dönem. Mutluyuz. Sizler de mutlusunuzdur umarım. 
Neyse efendim, geçen haftanın raporu için buyrun.

Ne Okudun?
Tamamlanmış bir bildiri ve hazırlanmış bir ders notuyla haftayı tamamlamanın mutluluğunu yaşıyorum. Bu hafta yeni bir bildiri metni yazılacak, ders için hazırlanmaya devam edilecek ve bambaşka bir konuda farklı bir hazırlığa girilecek. Enerjimiz yerinde, havalar güzel, ağzımızın tadı var (Akademik metinlerde kullanmaktan imtina ettiğim "biz" diline daha fazla direnemedim. Affedin.)
Luis Sepulveda'nın "Aşk Romanları Okuyan İhtiyar"ı, geçen haftanın ilk kitabıydı. Dupduru bir roman. İnsan-doğa ilişkisini, bir ormanda doğallıkla yolunu bulan bir gezgin gibi rahatlıkla anlatıyor. İnsanın mücadelesini, doğayı değiştirme çabasını ve doğanın buna cevabını kısa sayılabilecek bir metinde böyle başarıyla anlatabilmek önemli bir meziyettir.
Bu haftanın diğer eseri B. S. Johnson'ın "Christy Malry'nin Dünyayla Hesabı" romanıydı. Konusuyla, yazım tekniğiyle, hoş ve zeki mizahıyla kitaba hayran kaldım. 50 sene öncesinde böyle modern bir roman yazılmış olması, şu an bile bu kitaba yaklaşabilen tuhaflık ve yetkinlikte roman okuyamadığımız düşünüldüğünde insanın tadını kaçırıyor. Hani bir kitap okursunuz, kitap o kadar iyidir ki tadınız kaçar. Bilirsiniz ki bir daha buna yakın bir kitap zor yazılır. Hele siz de biraz yazıyla ilgileniyorsanız ve kendi yazdıklarınızla okuduğunuz bu kitabı karşılaştırıyorsanız, iyice umutsuzluğa saplanırsınız. İşte Johnson'ın eseri, insanın moralini bozacak kadar iyi bir kitap.
Bu satırları yazdığım anda ise elimde yeni bir kitap yok. Haftanın ne getireceğini göreceğiz.

Ne İzledin?
Bir hafta daha, "Üç Cisim Problemi"ne başlamadan bitti. Bu hafta kararlıydım ama diziyi izlemeye başlamadan dizi hakkındaki incelemelere daldım ve tadım kaçtı. Yani, yine bir ara izleyeceğim ama o ara, ne zaman gelir, işte bu çok zor. Çünkü hala Shogun ve Blue Eye Samurai gibi daha çok beğendiğim diziler, kendilerini izleyeceğim aralığın gelmesini bekliyor.
Bütün bu vakit bulamama problemime karşın yeni bir diziye başladım: Undone. BoJack Horseman gibi özel bir eserin yaratıcısı Raphael Bob-Waksberg'in 2022'de final (?) yapmış eseri. Baş karakterimiz Alma, bir trafik kazasından sonra zamanla farklı bir ilişki kurabildiğini fark ediyor. Konsept ilgi çekici; animasyon tekniği ve kalitesi, başta biraz yadırgatıcı olsa da alışınca göze çok hoş geliyor. BoJack Horseman benim için çok özel bir işti. O yüzden biraz da gecikmeli olarak başladığım bu işten umutluyum. Bob-Waksberg, özellikle yas, acı, üzüntü gibi duyguları çok farklı yerlerden anlatabiliyor. Undone da iki bölümüyle bana farklı bir yerden yaklaştığını gösterdi.
Bununla beraber Invincible ve Gibi kaldıkları yerden -hala- devam ediyorlar. Invincible, sezon finaline keyifli bir aksiyon vaadiyle gidiyor. Hem Mark'ın hem de Allen the Alien'ın bölüm sonunda bulundukları yerler, sezon finalini ilginç bir noktaya taşıyacak gibi duruyor. 
"Gibi ise müthiş devam ediyor." diye yazmışım geçen hafta. Beşinci sezon, dizinin en iyi sezonu olacak gibi duruyor. Şaşırtıcı, çünkü hala, diğer sezonlarda daha komik bölümler var. Ancak yine de farklı, özel bir sezon izlediğim hissinden kendimi alamıyorum. Kahır ve Yokluk gibi izleyenlerin büyük bir kısmına rahatlıkla dokunabilecek bölümlerin varlığı bu hissi yaratıyor olabilir. Hala, sezonun lekesi olabilecek bölümü bekliyorum. Gel iki gözümün çiçeği, sana da razıyım.

Ne Dinledin?
Bir kez daha haftalık keşiften gelen yeni bir şarkı olmadan geçen bir hafta. Ancak çok da mutsuz değilim. Çünkü iyi müzik ihtiyacımı konser kayıtlarından giderdim. Önce Queens of the Stone Age'in Glastonbury 2023'ten müthiş "No One Knows" kaydına denk geldim (tık tık). Bu muhteşem performansın ardından grubun diğer konser kayıtlarını hafta boyunca çevirdim. Herhalde "No One Knows"un stüdyo olsun, konser olsun grup tarafından çalınmış bütün kayıtlarını dinledim. Müthiş şarkı.
Elbette bir de Gibi'nin harika bölümünden kalan güzellik, Yağmurun Elleri var (bir tık tık da buraya). Gibi beşinci sezonuyla başka bir seviyede ilerliyor. Bu şarkı da bunun göstergelerinden biri.

Rapor bu şekildeydi, haftaya görüşürüz.

25 Mart 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor 10

Merhaba.
Geçen hafta, iyi eserler sayesinde hayattan kaçmayı başarabildiğimden bahsetmişim. Ne büyük bir yanılgıymış. Hayatın kaçılabilecek bir şey olmadığını bu hafta -bir kez daha- öğrendim. Her günü ayrı bir hafta uzunluğunda geçen bir haftaydı. Sinir, stres, üzüntü, kaygı, öfke, çok az da mutluluk hafta boyunca ziyaret ettiler, sağ olsunlar. Bütün bu duyguları yoğun bir takvimde misafir etmeye çalışmak, günün sessiz saatlerini değerlendirmek için erken uyanmak, bünyemde biraz hasar bıraktı. Bir sis gibi çöken baş ağrısı, bedenimi ele geçirdi; sürekli romantik benzetmeler yapıyor; uzun cümleler kurmaktan kendimi alamıyor; noktalı virgülleri hunharca kullanıyorum. Yardım edin!
Hayat devam ediyor, edecek. O yüzden kendimi tekrar etmeme izin verin: Neyse efendim, geçen haftanın raporu için buyrun.

Ne Okudun?
Tamamlanmamış bir bildiriden daha kötü ne vardır? 
Tamamlanmamış iki bildiri. Geçen hafta yazmam gereken bildiriyi tamamlayamadığım gibi haftanın sonuna doğru bir başka özetimin daha kabul edildiği bilgisini aldım. Kenarda hazırlanmayı bekleyen bir de J. J. Rousseau dersi olduğu için bu hafta da akademik metinler arasında çok gittim geldim. Yine de tam anlamıyla bir akademik metin olmasa da burada yer vermek istediğim bir eser var. Philipp Blom'dan "Cadı Kazanı" isimli kitap, Avrupa Aydınlanması'nı, daha spesifik olarak Baron D'Holbach'ın yemek davetlerine, bu davetin konukları olan ünlü simalarının hayatlarıyla beraber anlatıyor. Diderot, d'Alembert, Rousseau, hatta David Hume gibi ünlü konuklarıyla bu davetler, dönemin Paris'inin entelektüel açıdan merakla izlenen -biraz da korkulan- bir mekanı olmuş. Aydınlanmanın ne olduğunu, biraz da magazine değerek okumak isteyenler için iyi bir kitap.
"Karanlığın Sol Eli" bitti. Hakkında daha fazla ne söyleyebilirim, emin değilim. (Daha önce ne söylediğimi merak ediyorsanız, tık tık) Ardından büyük bir boşluğa düştüm. Haftayı kitapsız geçirmeyi dahi düşündüm. Ancak baş etmem gereken durumlardan dolayı dayanamadım. Edouard Louis'in "Şiddetin Tarihi" romanına başladım ve insanın boğazına bir yumru gibi oturan bu hikayeyi birkaç günde bitirdim. Louis, dümdüz anlatılsa okuru boğabilecek oldukça sert bir meseleyi, son derece başarılı bir anlatım tercihiyle sunmuş. Hikayeyi yalnızca bu anlamsız şiddetin mağduru olan baş karakterimizin ağzından dinlemiyoruz. Baş karakterimiz de bizimle beraber, daha önce anlattığı hikayenin bir başkasına aktarılışını dinliyor. Yine sert, yine insanı geriyor. Ancak iyi bir fikir, şiddetten bunalıp kitabı bırakmanızı engelliyor. 
Haftanın son günü elimde bir başka kitap var, Luis Sepulveda'nın "Aşk Romanları Okuyan İhtiyar"ı. Ne kadar güzel bir kitap ismi!

Ne İzledin?
Aslında bu hafta, "Üç Cisim Problemi"ne başlayacaktık. Ancak canım eşim rahatsızlandı, hafta boyunca iyileşemedi. Ben de bir bölüm izleyip bir sonraki bölüme geçmekte isteksiz birisi olduğum için ona beni beklememesini söyledim. Sağ olsun, bütün sezonu bitirdi. Üzerine biraz konuşunca diziye artık o ilk heyecanımla bakamıyorum. Yine izleyeceğim elbette, ama ne zaman olur, bilemiyorum.
Bununla beraber Invincible ve Gibi kaldıkları yerden devam ediyorlar. Invincible, saçmasapan bir sezon planlamasından döndü, bence iyi de döndü. Mark'ın kişisel hayatında bocalamasını, süper güçlerinin bu problemlerinde hiçbir işe yaramamasını, hatta problemlerin esas sebebi olmasını izlemek bana keyif veriyor. 
Gibi ise müthiş devam ediyor. Beşinci sezon, benim için şu ana kadar firesiz devam ediyor. Her bölümünü heyecanla ve bir noktada gelecek olan "sezonun o sıradan bölümünü şimdi izleyeceğim" tedirginliğiyle bekliyorum. Tek bir bölüm, bu sezona leke sürmez, mis gibi sezon.

Ne Dinledin?
Haftalık keşiften elim yine boş dönünce kendi listemle geçirdiğim bir hafta. 

Rapor bu şekildeydi, haftaya görüşürüz.

22 Mart 2024 Cuma

Mahir Bir Rehbere Minnetle

Her kurgu esere, yazarla bir anlaşma yaparak başlarız. Biraz sonra içine gireceğimiz dünya, bir "yalan dünyadır". Yeniden yazılmış, hatta yazıyla oluşturulmuş; kelimelerden, cümlelerden, paragraflardan müteşekkil bir dünya. Yazar, yarattığı bu dünya içinde hikayesini anlatacağı taahhüdünde bulunur, anlatmaya değer bir hikayesi olduğunu söyler. Biz de onun yalanlarına inanmayı kabul ederiz. Fantastik veya bilimkurgu türünde eserler veren yazarlar da okurlarıyla bu anlaşmayı yaparlar elbet. Onların işinin biraz daha zor olduğunu söyleyebiliriz. Evet, hayalgücü geniştir, eşsizdir; daha yazılmamış nice fikirlere gebedir. Ama okuru ikna etmek, o kadar da kolay değildir. İnce bir buzun üzerinde yürür yazar. Bizi inandırıp sayfaları çevirmeye ikna etmek, yazarın elindedir. Zordur, ama yine de eli kuvvetlidir. Farklı şekillerde ikna edebilir bizi.

(Bu adaları hiç görmediniz, ama neresi olduğunu çok iyi biliyorsunuz)

Kimisi hikayesiyle ikna eder bizi. Arka planı düşünecek vakit bırakmaz. Henüz daha ilk sayfalarıyla sizi hikayesiyle sarmalar; karakterleri, hikayenin geçtiği dünyayı gözünüz görmez bile. Çocukluğun Sonu'nu düşünün. Oldukça gerçekçi bir dünya tasviri, henüz daha ilk bölümün sonunda dağılır. Bu dağılmanın akabinde neler yaşandığını anlatmak da bir seçenektir. Ama yazar, susar. Hikayesine güvenir, zaman atlayışı yapmaktan çekinmez. Değişen dünyayı okurun gözünün önüne sunmaz. 

Kimisi okuru bir karakterle özdeşleştirir ve onu hikayesinin dünyasında bir geziye çıkarır. Otomatik Piyano'yu düşünün. Bratpuhr Şahı, tıpkı okur gibi, yazarın dünyasına yabancıdır. O dünyayı gezmeye gelmiştir. Yazar, şahın yanına verdiği bir rehberle okuru da geziye dahil eder. Okurun sorularını karakter sorar, rehber cevaplar. Dünya, biraz aydınlanır.

Kimi yazarlar ise rehberlik yapacak karakterlere ihtiyaç duymaz. Yarattıkları dünyayı anlatmak için oradadırlar. Evet, anlatmak için. Sadece tanıtmazlar, o dünyayı anlatırlar. Hikayenin bir parçası, bir kahramanı yaptıkları dünyayı sizinle birlikte dolaşırlar. Yazar yanınızda değildir, ama aynı zamanda yanınızdadır. Yazar olmanın büyüsünü kullanarak, dünyayı karış karış anlatırlar. Yerdeniz'i düşünün. Ged'in o dünyada, tıpkı diğerleri gibi yalnızca o dünyada yaşayan bir karakter olduğunu, bir gün öleceğini, hikayesinin biteceğini, belki hatırlanacağını, belki de hatırlanmayacağını okumadık mı? Geride ne kalacak? Adalarıyla Yerdeniz. Ged'in hikayesinin giderek büyüyerek Yerdeniz'in hikayesine dönüşmesi, her kitapta parça parça keşfettiğimiz Yerdeniz'in usulca esas karakter olarak belirmesi, Le Guin'in mahareti değil midir? Kimi zaman adalar arasındaki yolculukta, dalgalardan yorulmuş, ıslanmış bir şekilde teknenin içinde kimi zaman sahilde, ateşin başında, bazen ilk kitaptan eski bir dostun yanında, bazen ise karanlıkta Ged'le baş başayken duyduğumuz, Le Guin'in sesiyle Yerdeniz'in hikayesiydi. Bizden önce oradaydı, bizim yolculuğumuzda oradaydı, bizden sonra da orada olacak.

(Burayı da görmediniz, belki tanımıyorsunuz bile. Ama tanımak isterseniz, bildiğim iyi bir rehber var)

Buzlarla kaplı soğuk Gethen'in hikayesi de Yerdeniz'i çağrıştırır. Ancak sadece çağrıştırır, çünkü Gethen, hikayesini paylaşmakta çok soğuk davranır. Yıllıklar, söylenceler, efsaneler, resmi raporlar aracılığıyla yine parça parça öğreniriz. Ekumen'in elçisi Genly Ai'nin hikayesi daha önceliklidir. Gethen'e geliş sebebi olan görevi, Gethenlilerin doğaüstü özellikleri, Gethen'in kendisinden biraz rol çalar. Özellikle kitabın başlarında, Genly'nin yaşadığı bocalamayı yaşarız. Gözümüz tanıdık karakterler arar, bize yardımcı olacak, elimizden tutup etrafı gezdirecek kimselerle tanışmak isteriz; tıpkı Genly gibi. Ama Le Guin'in acelesi yoktur. Görece ağır bir başlangıçtan sonra, belki de bizi soğuğa alıştırdıktan sonra, gerçek Gethen'le tanışırız. Oradadır; soğuğun, karın, fırtınanın ta kendisidir; mücadelenin, yaşamın ve ölümün ta kendisi olduğu gibi. Bunu Genly de görür. Gethen'i ve Gethenlileri daha iyi tanır. Soğuğa değil, Gethen'e alışır.

Karanlığın Sol Eli pek çok farklı yoruma müsait bir roman. Okuru cinsiyet kimlikleri, toplumsal cinsiyet rolleri, siyaset, politika, ekoloji ve daha pek çok konu üzerine düşündürür, üstelik sığ yorumlarda da bulunmaz. Ele aldığı konulara zihin açıcı şekilde yaklaşır. Bu konulardan birini seçip kitabı buradan yorumlamak mümkün. Ancak öyle yapmak istemedim. Bir adım geri çekilip büyük bir ustanın ne yaptığına bakmak istedim. Yerdeniz gibi bir fantastik şaheseri yazmak başlı başına yeterli iken bir de böyle bir bilimkurgu yazabilmenin nasıl mümkün olabileceğini düşündüm. Sanki anlattığı yerleri görmüş, oradan yeni dönmüş de gördüklerini anlatıyormuş gibi anlatabilmek, Le Guin'in mahareti, büyüsü. Yalnızca tasvir değil, hatta belki en güçlü yanı tasvir de değil, anlattığı dünyaları yaratmakla kalmayıp ona kendine özgü yaşamını veren bir maharetle karşı karşıyayız. Burada dünya, yalnızca hikayenin geçtiği bir mekan değil. Hikayenin kendisi, bizim okuduğumuz ise bu hikayenin yalnızca bir kısmı. Yerdeniz, belki bitmiş olan bir hikayeyken Gethen, kitabın sonunda bitmeyen, yalnızca yeni bölüme geçmek için es veren bir hikaye. Bizler de bu hikayeye tanıklık etmek için sefil hayatlarımızdan yolculuğa çıkmış, şans eseri harika bir rehbere denk gelmiş bir grup gezginiz.

18 Mart 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor 9

 Merhaba.

İyi eserler sayesinde az hasarla atlattığım bir haftanın son gününden yazıyorum. Kaçış edebiyatı tabirini hiç sevmem; ancak bu hafta, gerçekten iyi eserler sayesinde kaçtığım bir hafta oldu. Can sıkıcılıkla çevrelenmişken dünyaya farklı bir pencereden bakmak, pencereyi açıp taze havayı içinize çekmek, içerideki boğucu karanlıktan kaçmam gerekiyordu. Neyse ki bu hafta, bu kaçışı başarabildim. Kimi haftalar, öylesine dibe batıyor, öylesine boğulabiliyorsunuz ki yüzeye çıkmak birkaç hafta sürebiliyor.

Ancak geçen hafta, iyi bir haftaydı. Önümüzdeki haftalar için de umutluyum. Zaten gelip geçen haftalar boyunca bize eşlik eden umudumuz da olmasa yolculuk çok sıkıcı olurdu. Neyse efendim, geçen haftanın raporu için buyrun.

Ne Okudun?

Bu hafta notları bir araya getirip yazmaya başlama haftasıydı. O yüzden parça parça pek çok akademik metne göz attım. Başına oturup okuyabildiğim yeni bir akademik metin yoktu.

Geçen hafta başladığım "Uyandığında" bitti. Zaman bulamadığım için geçen hafta gelmesini umduğum Kontrol Kalemi bölümünü bitiremedim. Notlarımı toparlayıp biraz daha kapsamlı bir yazı hazırlamayı istiyorum. Belki "Mavi Bilet", "Damızlık Kızın Öyküsü" ve "Karanlığın Sol Eli"ni de içeren bir yazı olmalı, ancak bunun önünde iki engel var. Öncelikle "Damızlık Kızın Öyküsü"nü okumam gerekiyor. Daha büyük engel ise "Karanlığın Sol Eli"nin etkisinden kurtulmak ki bu engeli aşmak oldukça zor. Birazdan geleceğiz. "Uyandığında" ise ilgi çekici bir distopik dünyada geçen bir "bildungsroman". Oldukça kuvvetli son sayfalarında biraz daha ikna oluyorsunuz ve son cümleleri okurken Hannah'nın yolculuğunun o aşamasının sonuna geldiğini biliyorsunuz. Bambaşka biri olarak onu selamlıyorsunuz.

"Uyandığında" bittikten sonra önümde iki seçenek vardı: Ya "Damızlık Kızın Öyküsü" okuyacaktım ya da "Karanlığın Sol Eli". İlk seçeneğe daha yakındım. Distopyadan devam etmek istiyordum. Ancak öte tarafta Ursula Le Guin vardı. Uzun süredir okumamıştım, ne okursam iyi bir kitap olacağını biliyordum ve belki de kaybolup yolumu Le Guin'le bulmak istiyordum. Bu yüzden ikinci seçeneği tercih ettim. 

MUHTEŞEM. Kitap hakkında söylenmesi gereken ilk şey bu. Harika bir fikir, müthiş bir anlatım. Bazı alıntılara, kitap bitmeden tekrar tekrar döndüm. Anlatılan katmanlı hikaye, bu hikayenin satır aralarında ve anlatılmayan taraflarında yatan diğer hikayeler, ustanın her zamanki duru anlatımı. Büyük olmaya çalışmadan büyük olmayı başarabilen bir kitap. Bitirmemek içn uğraşıyorum, çünkü bitirdiğimde bittiği için üzüleceğim. Bitirmek istiyorum, çünkü okurken mest oluyorum.

Ne İzledin?

Israrlara daha fazla dayanamayıp Shogun'a başladım. Hatta bu satırları yazmaya başlamadan üç saat önce ikinci bölümünü de izledik. Dizilerin sezon sezon önümüze sunulmasına hala alışamadım. Bu nedenle haftada bir bölüm izlemek, bölüm üzerine düşünmek ve bölümü sindirmek açısından iyi oluyor. Tabii benim gibi hafızası oldukça kötü kişiler için bir hafta bile uzun bir süre; ancak iyi işlerin hafızaya tutunma yeteneği yüksek oluyor. Shogun da iyi bir iş. 

Diğer iyi bir iş ise beşinci sezonuyla dönen Gibi. Sezonun ikinci bölümü "Kahır"ı cumartesi sabah izledim. İnternette gördüğüm ilk yorumlar, bölümün harikalığı üzerineydi. Gerçekten iyi bir bölüm olduğuna ilk birkaç dakikasında, harika bir bölüm olduğuna ise bölümün sonlarına doğru hak veriyorsunuz. Bölümdeki esprileri günlük hayatta kullanmak için sabırsızlanıyorum -buraya yazmamak için kendimi zor tutuyorum, o yüzden hızlıca devam etmek zorundayım-.

Ne Dinledin?

Haftayı yeni bir keşif yapamadan tamamlıyorum. Franz Ferdinand hafta boyunca döndü. Özellikle "Do You Want To", grubun eski ancak eskimeyen o bu güzel parçası, güne iyi bir başlangıç yapmanızı sağlayacak.

Rapor bu şekildeydi, haftaya görüşürüz.

11 Mart 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor 8

Merhaba.

Kaldığımız yerden, birtakım değişikliklerle devam ediyoruz. Pazartesi günü için çok ciddi kararlar aldım. O yüzden bu satırları geçmişten yazıyorum. Normalde hafta boyunca ufak tefek notlar alır, pazartesi telefondan ekran saatiyle alakalı bildirim gelince oturup yazardım. Ancak artık farklı işlerle uğraşacağım için notlarımı hafta bitmeden temize çekmem gerekiyor. Siz yine, alışkanlığınızdan kopmayın diye, bu metni pazartesi okuyacaksınız. 

Geçtiğimiz hafta, yurtdışından dönenlerin tutulduğu "karşılaştırma" illetiyle geçti. Perşembeye kadar yoğun ateş, gece terlemesi, sürekli karşılaştırma ve kuru öksürük devam etti. Neyse ki cuma gününün yoğunluğuyla iyileşip kendime geldim. Raporu, sağlığına kavuşmuş birinin taze mutluluğuyla yazıyorum.

Ne Okudun?

Haftaya Zeki Hafızoğulları'nın "Hukuk Öğreniminde Test Mümkün Müdür? Ceza Hukukunda Bir Sınav Denemesi" makalesiyle başladım. Hukuk eğitimi, daha özelde Genel Kamu Hukuku eğitimi, hakkında bir süredir düşünüyorum. Sınav teknikleri de düşündüğüm konular arasında. Makaleyi okumadan önce teste karşı son derece katıydım. Ancak Zeki hoca, testten faydalanılabileceğimizi ve bu faydanın yalnızca artan öğrenci sayısına karşı bir önlem niteliğinde değil, öğrencileri değerlendirme açısından da geçerli olabileceğini savunuyor. Makalenin sonunda  verilen sınav örnekleri, test sınavının tek başına ya da klasik sınavla beraber öğrencinin farklı meziyetlerini ölçebileceğini ortaya koyuyor. Elbette, soruların buna uygun hazırlanması şart. Aksi halde, kolay olsun veya kolayca olsun diye hazırlanan sorularla elbette istediğiniz ölçme niteliğine sahip olmayacaktır. Tabii, amacınız öğrencinin niteliklerini gerçekten ölçmek değilse, boşverin. Test güzel.

Haftanın devamında Rukiye Akkaya Kia'nın "Bir Ders Konusu Olarak Devlet ya da Genel Kamu Hukuku Dersinin Kökenleri" kitabına geçtim. Genel Kamu Hukuku dersinin nasıl anlatılacağı son sınav döneminin büyük etkisiyle temel ilgi alanıma dönüştü. Mevcut yaklaşımımızı sorgulamaya, dersi daha farklı nasıl anlatabileceğimizi araştırmaya başladım. Bir araştırmaya konunun kökeninden başlamak, en doğru yol olarak göründüğü için Rukiye hocanın kitabına başvurdum. Kitap, dersin tarihçesini, farklı ülkelerdeki geçmişini ve dersin önemli hocalarının çalışmalarını ele alıyor. Henüz bizdeki köklerine gelemedim, bu haftanın ödevi de bu.

Haftanın kurgu okumalarında, geçen haftadan kalan "Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı"nı bitirdim. Bir fuku'nun (lanet) mahvettiği, eğlenceli, curcunalı bir kitap. Farklı dönemlerden ailenin başına musallat olan lanetin, karakterlerin hayatını nasıl etkilediğini okuyoruz. Lanet kendisini bazen bir politik figür olarak, bazen bir erkek olarak gösteriyor. Oscar da ailesinin diğer bireyleri gibi lanetle tanışıyor, oldukça tuhaf -ve ne yazık ki kısa- yaşamında lanetin neleri etkilediğine tanıklık ediyoruz.

Haftanın sonuna yaklaşırken ise Hilary Jordan'ın "Uyandığında" isimli distopik romanına başladım. Kitap, ABD'nin dini bir rejimle yönetildiği bir gelecekte, suçluların vücutlarının farklı renklere boyanarak cezalandırıldıkları bir infaz sisteminde kürtaj suçu işleyen Hannah'ı anlatıyor. Kitap, hayatına kırmızı olarak devam edecek olan Hannah'ı, pişmanlıklarını, toplumun yeni durumuna bakışını, son derece akıcı bir üslupla işliyor. İkinci yarısından itibaren farklı yollara gireceğinin sinyalini de veriyor. Yazıyı bitirince devam edip hakkında bir "Kontrol Kalemi" bölümü yazacağım. Şimdilik iyi bir distopya olma yolunca ilerlediğini söylemekle yetineyim.

Ne İzledin?

Kararsızlıkla geçen bir haftaydı. Gerçi sonradan bunun kararsızlık değil de, cuma günü gelecek olan "Gibi" için bekleme olduğunu fark ettim. "Shogun" ve "Kuvvetli Bir Alkış" listemdeydi. Hatta Bilge Shogun'un ilk bölümünü izlemeden önce çok ısrar etti ancak içimden gelmedi. Belki pazar akşamına özel bir program yapabiliriz.

Beşinci sezonun ilk bölümü "Sinek", benim Gibi'de sevdiğim her şeyi içeren bir bölümdü. İzleyenler ikiye ayrılmış, ayrılmak için sebep arıyoruz gerçi, ancak ben beğenenler arasındayım. "Sıradan bir olay, beklenmedik bir gelişme ve olayların karışması" şeklindeki formüle tam olarak uyup eczacı muhabbetleriyle güldürüyordu. İyi bir sezon başlangıcıydı.

Ne Dinledin?

İki şarkı arasında dönüp durduğum bir haftaydı. Arctic Monkeys'in "Crying Lighting" şarkısı haftanın tamamında arka planda çaldı. Aslında dile takılacak bir şarkı değil, ancak o kadar güzel ki çok dinleyince ister istemez dilinize takılıyor. Diğer şarkı ise The Killers'ın "Somebody Told Me" isimli teklisi. İşte, ilk dinlemede dile takılıp bir süre nakaratıyla size eşlik edecek bir şarkı.

Rapor böyleydi, haftaya görüşürüz.

Pazartesiden gelen not: Telefonu 56 dakika daha fazla kullanmışım.

4 Mart 2024 Pazartesi

Haftalık Rapor Özel Bölüm

Zaman akıp gidiyor. Geçen hafta bu zamanlar Berlin'de geziyorduk. Müzeleri ziyaret edemeyeceğimiz tek günü dışarıda geçirmeye karar vermiştik. Yürüdük, yürüdük. Checkpoint Charlie'yi, Kreuzberg'i, East Side Gallery'i gördük. Normalde bu satırlara birkaç fotoğraf eşlik edecekti. Bilge'nin çektiği, buraya koymak için özenle seçtiğim fotoğrafların olduğu telefonumu cumartesi gecesi kırdığım için -birazdan o kısma da geleceğiz- sizi yalnızca bu satırlarla karşılayabiliyorum. Gerçi zaten bu yazının da bir Berlin rehberi olma ihtimali yok. Ancak normal bir hafta da olmadığı için, biraz rutinden çıkarak bu hafta özel bir haftalık rapor yazmak istedim. Karşınızda geçen haftadan birkaç not.

(Bütün rutini terk etmiyoruz tabii. Ekrana bakma sürem muhtemelen uzundu, çünkü Google Maps'te bolca vakit geçirdiğim bir haftaydı.)

Ne Yaptın?

Gezdim. Berlin'deki sınırlı günlerimizin bir dakikasını bile boşa geçirmeden, görebileceğimiz her yere gitmeye çalıştık. Ne yazık ki her yeri gezemedik. Jüdisches Museum, Reichstag, Markisches Museum gibi bazı önerilen yerlere gidemedik. Ancak listede yer almayan farklı yerlerle eksikliklerini doldurduk. Açık hava müzesi gibi bir şehir olan Berlin'de kah yürüyerek kah ulaşım ağından faydalanarak merkez-taşra pek çok yere gittik. Bir yerden bir yere gitmekte hiç zorlanmayacaksınız. Özellikle hava güzelse, şehrin binalarına baka baka, fotoğraf çekmek için sık sık durarak rahatlıkla dolaşırsınız. Biraz uzakta, belirli hedeflere gitmek için ise iki araç çoğunlukla yeterli oluyor. 

Ne Önerirsin?

Genelgeçer, büyük çaplı önerim Berlin'e gitmeniz. İnsanı pek çok açıdan şaşırtan bir şehir. Daha minimal önerilere gelirsek; MuseumPass'e dahil olmasa da Berliner Dom ve Charlottenburg Palace kesinlikle görülmesi gereken yerler. Özellikle Berliner Dom'da kapıyı açıp içeriyi gördüğüm anı hayatım boyunca unutamayacağım. İnsanın nefesini kesecek bir güzellikle karşılacaksınız. Uzun ve dik duvarlarıyla dışarıdan sizi ezen binaların içeride de aynı haşmeti taşıdıklarını görünce bir kez daha ezileceksiniz.

2027(8 belki, hatırlayamadım) yılına kadar kapalı olan Pergamonmuseum'u göremeyeceksiniz. Ancak Das Panaroma adında, Bode'ye yakın ve MuseumPass'e dahil olan harika bir müze var. Biz kapanmasına bir saat kala, Bode'de çalışan bir beyefendinin tavsiyesiyle koşa koşa gittik. Yadegar Asisi'nin 360 derecelik fotorealistik çalışması, harika bir atmosfer sağlıyor. Ortam sesleriyle desteklenen ve kat kat daha yukarıya çıktığınız bu müze kesinlikle boyun ağrılarına değer.

Kaufland, Aldi gibi mağazalar sizin dostunuz, sevin onları.

Neyi Beğenmedin?

Sular kötü. Çeşme suyu içilebilir, ancak tadı kötü. Marketten alınan sular da çeşme suyu gibi. Türkiye'ye dönünce toprağı öpmedik ama yakında bir çeşme bulsam, öpebilirdim.

Başka Başka?

Perşembeyi cumaya bağlayan gece döndüğümüz Ankara'yı esasında özlemiştim. Zihnimde Berlin'e dair imgeler, anılar; önümde Ankara'nın gece ışıkları; hafta sonunda keyfimi kaçıracak bir şey olamayacağına inanarak uyudum. Cumartesi de bu inancı doğrulayacak gibi devam etti. Harika anime Pluto'yu bitirdim. Son derece girift bir öykünün, boğazınızı birkaç kez düğümleyecek kadar duygusal işlenmesine hayran kaldım. Sadece bu bile, hafta sonunu güzelleştirmeye yeterdi. Ancak aynı akşam, Ata Demirer'in Bursa Bülbülü'ne denk geldik. Ata Demirer'in filmlerini keyifli buluyorum, Bursa Bülbülü de son derece keyifliydi. 

Çok kısa bir an için bu kadar keyfin fazla olduğunu, bir yerden bir sorunun patlak vereceğini hissettim. Ancak dışarı çıkmamız gerekiyordu ve bu düşünceye takılacak vaktim yoktu. Yolda giderken Mehmet Güreli'den "Kimse Bilmez"i de dinleyince, "Tamam" dedim. "Keyfimi bu gece hiçbir şey bozamaz."


ÇAT.

Telefon, ekranı zemine bakacak şekilde yere düştü, yatmadan on dakika önce. 


Ne Hesapladın?

Desen ekran kilidine sahip bir telefonun ekran kilidini doğru tahmin edebilme ihtimalimi hesaplamaya çalıştım. Canım eşim Bilge'nin eski telefonunu idareten kullanma planım, deseni hatırlayamamız sebebiyle zora girince, olasılık hesabına giriştim. Ancak başarılı olamadım. Çünkü karmaşık bir desen çizdiğini hatırlayan canım eşim, kaç noktadan geçtiğini hatırlamadığını söyledi. Öyle olunca hesap da karıştı. Başlangıç için 9 noktadan biri olması lazım. Birini seçtik diyelim, gidebileceğim 8 nokta var. 8 cepte. Diyelim ki gideceğimiz üçüncü nokta, son noktamız olsun (Fark ettiğiniz üzere, üzerinden geçtiğimiz noktaları değil, vardığımız noktaları dikkate alıyoruz). O halde 8 seçenek daha var. 576 seçenek olmalı. İşte burada tıkanıyoruz. Çünkü üçüncü nokta son noktamız olmayabilir, telefonun kaç noktayı ziyaret etmemize izin verdiğini de bilmiyoruz.

(Bu hesaplamaya, telefonu alalı henüz iki sene bile dolmadan düşürüp kırdığım için kendimi suçlu hissettiğimden başlamadım, teessüf ederim.)


Ee, Ne Okudun?

Merak etmeyin. Uçakta okuyacak vaktim vardı. Kitap okunacak en uygun ortamda değildim. Çünkü kaderin bir cilvesi olsa gerek, tam önümüzde, tam sağımızda ve tam arkamızda toplamda 4 (dört) bebek vardı. Güzel bir resital dinlediğimizi söylemek isterdim, ancak yorucu bir resital dinlediğimizi söyleyebilirim. Yine de olumsuz koşullardan biraz olsun kopmamı sağlayan bir kitabı okudum. Junot Diaz'ın "Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı" isimli romanı, henüz bitirmesem de hoş zamanlar geçirmeme yardımcı oldu. Hakkında daha geniş konuşabiliriz.


Neyse efendim, geçen hafta böyleydi. Biraz karışık, yoğun, yorucu ama keyifli.

ÇAT.

(Rüyamda, idareten kullandığım telefonu da düşürdüm. Hemen uyandım.)

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler