29 Kasım 2019 Cuma

Kontrol Kalemi XIV: Doğal Roman - Georgi Gospodinov


Doğal Roman - Georgi Gospodinov (Metis Yayıncılık)

Çeviren: Hasine Şen Karadeniz
Metis Edebiyat Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak Resmi: John Bratby, Tuvalet, 1956
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Sayfa Sayısı: 143

Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, Doğal Roman isimli romanda arıyoruz.

Kitap sitelerinde, blog yazılarında ya da belki de kitapçılarda Gospodinov'un ilginç kapak resimli Doğal Romanı'nı gördüğünüzü düşünelim. Hiç tereddüt etmeyin ve satın alın. Eve gidin, kendinize güzel bir köşe seçin. Okumaya başlayın. Sayfalarda hem Calvino'yla hem de Kundera'yla karşılaşacaksınız. ''Doğal roman'' olma iddiasındaki bir romanda, bu iki isimden izler görmek ilk bakışta beni şaşırttı. Ancak şaşırttığı oranda da sevindirdi. Calvino'nun oyunbazlığı ile Kundera'nın hafifliğinin iç içe geçtiği sayfalar beni, bir doğal roman okuduğuma ikna etti.
Eğer metinlerarasılıktan keyif alıyor, kendine dahi atıf yapan kitaplar okumaktan hoşlanıyorsanız, Doğal Roman, 17. sayfasında tekrar başlayarak sizi memnun edecek.
Eğer hayatın kırıntılarını takip eden kitapları seviyorsanız, Doğal Roman'ı yine seveceksiniz.

Evet, karşımızdaki metin her ikisini de başarıyla yapıyor. Baş karakterimizin son sürat boşanmaya giden evlilik hayatını, okura oyunlar oynayarak, konuyu dağıtarak, bazen evlilik hakkında hiçbir şey anlatmayarak anlatıyor. Tuvaletlerden, bitkilerden, sineklerden ve yaratılıştan bahsediyor. Bir koltuğun insan için kazanabileceği önem üzerinde duruyor. Başkalarının hikayelerini, Doğal Roman'ı referans göstererek aktarıyor ve bütün bunları, hiçbir zaman anlatının akıntısına kapılmadan yapıyor. Sanki, bir girdap oluşuyor ve Doğal Roman bu girdabın içinde ilerliyor. Yeniden başlıyor, dalgalarla boğuşuyor, farklı bir gökyüzünü selamlıyor, roman başlangıçları hakkında tavsiye veriyor, tuvaletlerin tarihi hakkında konuşuyor, sinekler üzerinden bir yaratılış efsanesi ortaya koyuyor ve tekrar batıyor, çıkıyor, batıyor, çıkıyor.

Bütün bunları, sizi hiç sallamadan, Büyük Okyanusu aşmayı adet haline getirmiş bir geminin kaptanının soğukkanlılığıyla yapıyor. Esasında, sizinle sohbet ediyor. Bu sohbeti canlı tutuyor. Bunu da kitapta söylediği şekilde yapıyor:
''Bir sohbeti canlı tutmanın en iyi yolu, belirli bir konudan kaçınmaktır.'' (s. 32.)
Kahramanımızın boşanma nedeniyle zor günler geçirdiğini düşünüyoruz, ancak yazar bambaşka şeylerden bahsediyor. Bu bambaşka şeyler ilgimizi çekiyor, boşanma mevzusunu bir süre aklımızdan çıkarabiliyoruz. Ancak kahramanımız orada, konu tekrar boşanmaya geliyor. Girdapta dönüyoruz, kahramanımız da yanından ayırmadığı koltuğuyla birlikte bizimle. Bir kitap yazmak istediğini söylüyor. Roman başlangıçları hakkında konuşuyor, evliliğini anlatıyor, sokak hayvanlarından konu açıyor. Ona bir içki ısmarlamak istiyorsunuz. Derdini anlatabileceğini, onu dinleyeceğinizi söylemek istiyorsunuz. Sonra, bunun muhabbetin akışına zarar vereceğini fark ediyorsunuz. Çok doğal bir sohbet var, onu bozmanın yükünü üzerinize almak istemiyorsunuz. Böylece yazarın ne yapmak istediğini daha iyi anlıyorsunuz. Koltuğunuza biraz daha değer vermeniz gerektiğini düşünerek sayfayı çeviriyorsunuz.

Teselli Puanı: 5/5

17 Kasım 2019 Pazar

İki Paragraf



İki farklı coğrafyadan, iki farklı yazardan, iki farklı anlatıdan, iki farklı paragraf. 
Mişima ve Duras.
Bir paragraftaki yaşama sevincini hissediyorsunuz. İçinizi ısıtıyor, gülümsüyorsunuz.
Diğer paragraf sizi sisin ortasına bırakıveriyor. Ruhunuz karardığı saatleri yaşatıyor.

Önce Mişima'dan geliyor:

''Kartın arkasına zar zor sığmış olan yazı, Hiroşi'nin hayatında gördüğü ilk filmle ilgiliydi. Gördüğü yerlerin doğal güzelliklerinden, tarihi yerlerinden hiç söz açmıyordu.
Kyoto'da ilk gece dilediğimiz gibi gezebileceğimiz için Sou, Katsu, bir de ben hemen yakındaki bir sinemaya gittik. Sarayları andıran görkemli bir sinemaydı. Yalnız koltuklar çok dar ve sertti. Oturduğumuzda, tavukların tünediği değneklerin üzerindeyiz sandık. Hiç rahat değildik, gerilerimiz sancımaya başlamıştı.
Bir süre sonra arkamızdan bir adam bağırdı: 'Oturalım! Oturalım!' Ama oturmuştuk ya işte, herhalde şaka ediyor diye düşündük. Ne var ki bize çok iyi davranan bu beyefendi, biraz sonra ne yapacağımızı bize gösterdi. Bunların açılır kapanır koltuklar olduğunu, oturmadan önce aşağı itmemiz gerektiğini söyledi...'' (Dalgaların Sesi, s. 81)

Şimdi de Duras:

''Onu uyandırırsınız. Fahişe olup olmadığını sorarsınız ona. Başıyla hayır der.
Satılık geceler anlaşmasını niye kabul ettiğini sorarsınız ona.
Hala uykulu, neredeyse işitilmeyen bir sesle: Çünkü benimle konuştuğunuz an ölüm hastalığına yakalanmış olduğunuzu gördüm, diye cevap verir. İlk günler bu hastalığı adlandıramadım. Sonra o da oldu.
Ondan sözcükleri tekrarlamasını istersiniz. İstediğinizi yapar, sözcükleri tekrarlar: Ölüm hastalığı.
Nereden bildiğini sorarsınız ona. Bildiğini söyler. Bunun nereden bildiğini bilmeden bilindiğini söyler.
Sorarsınız: Ölüm hastalığı neden ölümcüldür? Cevap verir: Ona yakalanan onu taşıdığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden. Üstelik ölecek bir yaşamı olmadan öleceğinden, hiçbir yaşamda, hiçbir zaman ölmeyi bilmeyeceğinden.'' (Ölüm Hastalığı, s. 17-18.)


Bir soru: Acaba Hiroşi, ölüm hastalığına yakalandı mı?

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler