31 Mart 2023 Cuma

Beyaz Oynar, Kaybettiğini Anlamasına Rağmen Oynamaya Devam Eder

 Satranç problemlerinin meşhur kalıbıdır:

''Beyaz oynar, x hamlede kazanır.''

Rakibinizi mat edecek veya oyun ortasında ona karşı bir avantaj kazanacak hamleyi soran bu soruları, siz ilgili hamleyi bulunca çözmüş olursunuz. Orada biter, diğer soruya geçersiniz. Eğer bir rakibe karşı oynuyorsanız, her hamlenizle tekrar tekrar soruları çözmeye devam edersiniz. İki taraftan biri çekilene ya da beraberlikte anlaşana kadar üstünlük sağlamaya, eğer başarılı olduysanız bu üstünlüğü korumaya çalışırsınız. Çok basit olarak satranç, rakibinize karşı üstünlük arayıp size galibiyeti getirecek üstünlüğü bulup koruyabilmek üzerine kurulu bir oyundur.


Satranç ile benzer coğrafyadan gelen Go'yu ise hiç bilmiyorum. Nasıl oynanır, puanlaması nasıldır, başlangıç seviyesindeki stratejileri nelerdir? Sadece siyah ve beyaz taşlara sahip iki oyuncunun bir alan mücadelesine giriştiğini biliyorum, ancak bu zamana kadar Go hakkına ne bir araştırma yaptım, ne de herhangi bir Go oyunu izledim. Yasunari Kawabata'nın Go Ustası kitabını okumaya başlarken böyle bir durum içerisindeydim.

"Go oyununun geleneğine göre oyuncu ölüm döşeğindeki babasının yüzünü göremeyecek bile olsa, kendisi Go masasına devrilecek kadar hasta bile olsa, müsabaka gününe sadık kalmak zorundaydı." cümlesini okuyunca kitabı almaya karar verdim. Go oyununu bilmiyor olmamın okuma zevkime zarar vereceğini düşünmedim. Oyunun romanda esas anlatıya hizmet eden bir motif olarak yer alacağını düşündüm. Birkaç gün gecikmeyle kitaba başladım.


Düşüncelerim biraz karışık. Evet, kitap sizden Go oyununu bilmenizi beklemiyor. Tarafların hamlelerini açıklıyor, bununla yetinmiyor; belirli aralıklarla, oynanmakta olan oyunun anlatılan son hamlelerden sonra oluşan konumunu da paylaşıyor. Elbette, bir Go bilmeyen olarak oyunun o anda ne aşamada olduğunu anlayamıyorsunuz. Anlatıcımız Bay Uragami, amatör bir Go oyuncusu, detaylara hassas bir gazeteci olarak bizi olabildiğince aydınlatmaya çalışıyor. Ancak kendisinin de yetersiz kaldığı noktalarda Go oyununu biraz biliyor olmayı istemedim değil. Yükselen tansiyonu yalnızca okuyarak yaşamaktansa satrançtan alışık olduğum görerek yaşamayı istedim. Romanın esas meselesi olan iki kuşağın çatışması, bu kuşakları temsil eden karakterlerin iyi anlatılmasıyla başarılı bir şekilde anlatılmış olsa da oyunun yalnızca sayfalarda kalması, beni bir miktar üzdü. Bunun sebebi, yazarla alakalı değil tabii ki. Bilgisizliğim, potansiyel keyfimi engelledi diyelim.

Roman, Go hayatı boyunca yenilgi yüzü görmemiş usta Hon'inbo Shusai'nin son oyununu anlatıyor. Yedinci seviyedeki rakibi Otake'yle müsabakası, yaşlı ustanın sağlık problemleri ve taraflar arasında yaşanan muhtelif anlaşmazlıklar nedeniyle 6 ay sürüyor. Partiler halinde oynanan oyun, oyuncuların hamle tavsiyesi almalarını önlemek adına çeşitli hanlarda münzevi hayatı geçirmelerini gerektirdiği için oynanan oyunun stresine, hapis hayatı da ekleniyor. Roman, oynanan partilerle, bu partiler arasında yaşananları ve yaşlı usta Shusai'nin hayatının dönüm noktalarını olabildiğince sade bir şekilde anlatıyor.

Peki nedir romanı başarılı kılan? Öncelikle Go bilmiyor olsanız dahi, yazar sizi hikayenin içine almayı başarıyor. Birbirini zıt iki karakter, aslında iki kuşak ve bunlar arasındaki çatışmayı kimi zaman satır aralarında kimi zaman ise tekrar eden ifadelerle anlatıyor. Yedinci seviyedeki Otake, agresif bir oyun yapısına sahip. Ancak karşısında hiç yenilmemiş bir usta var. Bu nedenle süresini bolca kullanıyor, yemek için verilen molalarda ya da partiler arasında verilen birkaç günlük aralarda bile oyununu, bir sonraki hamlesini düşünüyor. Yaşlı usta ise oyun oynamanın kendisine meftun. Parti bittikten sonra handakilerle başka oyunları, sabahlara kadar oynamaktan çekinmiyor, hatta insanları zorla masa başına oturtuyor. Oyun esnasında da son derece rahat. Uzun uzun düşünmüyor, oyundan keyif alıyor. Belki son oyunu olduğunun bilincinde olduğu için, belki de deneyimin getirmiş olduğu alışkanlıkla kendine has oyunuyla rakibiyle çarpışıyor. Bazen naz yapıyor, yeni kurallara anlam veremiyor ve zorluk çıkarıyor. Ancak her zaman oyundan keyif almaya çalışıyor. Büyük bir hata olarak görülen 130. hamlesini yaptıktan sonra bile oyundan çekilmiyor. Sonuna kadar, sanatını icra ediyor.


Anlatıcımız Bay Uragami'nin hissettirdiği gibi yaşlı usta için oyun oynamak, insanın bütün benliğiyle kendisini vererek gerçekleştirmesi gereken bir aktivite. Sonuçtan ziyade oynama eylemi önemli olduğu için de yaşlı ustanın son oyununu hasta olsa bile devam ettiriyor. Buna karşılık rakibi Otake, daha farklı şeyler düşünüyor. Yaşlı ustanın hastalığı, onu da ikircikli bir durumda bırakıyor. Artık kaybedemez, çünkü hasta bir adama kaybetmek, onu başkaları gözünde küçük düşürecektir. Kazanmak ise o kadar değerli olmayabilir, çünkü hasta bir rakibe karşı kazanmış olacaktır. İşte böyle düşünceler, oyun nedeniyle insanlardan yalıtılmış olmak ve oyunun stresi, bütün bunların tamamı son derece ustalıkla verilmiş. Üstelik son derece minimal bir yapıda ve esasında, görece kısa sayfa aralığında. Yazar Kawabata, iki rakibin birbirleriyle olduğu kadar kendileriyle de olan mücadelelerini başarıyla anlatıyor. Bir Go oyunundaymışcasına son derece sakin, kararlı ve sonraki hamlelerini düşünmüş bir şekilde metni oluşturuyor. Böylece sonunu bildiğiniz bir kitabı merakla okuyorsunuz. Yaşlı ustanın kaybettiğini anlamasına rağmen oyuna devam etmesi gibi sonunda ne olacağını bile bile sayfayı çeviriyorsunuz. 

29 Mart 2023 Çarşamba

Kontrol Kalemi: Ayaşlı ile Kiracıları - Memduh Şevket Esendal


Kitap Editörü: Murat Yalçın
Düzelti: Zeynep Yılmaz
Kapak Tasarımı: Nahide Dikel
Baskı Yeri/Tarihi: İstanbul/2023
Sayfa Sayısı: 191


Okunacak kitap fazla, okumak için gereken zamanımız ise az. Üstelik, zamanımız gittikçe azalırken okunmayı bekleyen kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Elimizde sihirli bir değnek olmadığı için kalan sınırlı vaktimizi iyi eserlerin peşinden koşarak, kötü eserlerden ise kaçarak geçiriyoruz. Koşunun yorgunluğunu atmak ve kötü eserler karşısında ihtiyacımız olan teselliyi bulabilmek içinse elimden gelen, teselli için önerilebilecek iyi eserlerin peşine düşmek. İşte bu yüzden bugün teselliyi, "Ayaşlı ile Kiracıları" isimli romanda arıyoruz.


Baharın geldiği, okulların artık yaz tatiline koşar adım ilerlediği ve kravatların gevşetilip gömleklere özgürlüklerin verildiği günlerde, lisede edebiyat öğretmenimiz Nazike Hoca, öykü türlerinden bahsediyor. Olay öykücülüğü ve durum öykücülüğü diyor. Önce olay öykücülüğü üzerinde duruyor, hepimizin bildiği Ömer Seyfettin'i örnek veriyor, kitaptaki okuma parçasını işaret ediyor. Ardından durum öykücülüğüne geçiyor. O zamandan bu yana aklımda kalan iki isim ve bir kitabı ilk defa o gün duyuyorum: Anton Çehov, Memduh Şevket Esendal ve Otlakçı isimli eser. Yanlış anımsamıyorsam kitapta Memduh Şevket Esendal'dan da bir okuma parçası var. Ancak vaktimiz yok, olay ve durum öykücülüğü arasındaki farkları öğrenmemiz gerekiyor. Parçayı başka zaman okuruz. Hele şu üniversite sınavı bir geçsin, önce onu bir halledelim. İleride vaktimiz olacak.

Bir başka edebiyat dersinde bir kez daha Memduh Şevket Esendal ile karşılaşıyoruz. Bu sefer Cumhuriyet dönemi Türk yazarlarını işliyoruz. Bilmemiz gereken birkaç eser ve anahtar kavram: ''Otlakçı, Hava Parası, Ayaşlı ile Kiracıları, durum öyküsü, durağan hikayeler." Bunları bilsek yeterli. Çünkü üniversite sınavında bunlar geliyor. Bu sefer okuma parçası da yok. Çünkü kitapta hap bilgiler var. Onları okuyup geçiyoruz. Hele şu üniversite sınavı bir geçsin, önce onu bir halledelim. İleride vaktimiz olacak.

Vaktimiz olmadı. Satırları okuduğunuz ana kadar Memduh Şevket Esendal okumaya en azından benim vaktim olmadı. Ancak geçenlerde kitapçıda görünce zamanının geldiğini düşünerek kitabı aldım ve birkaç gün önce büyük bir keyifle okudum. Ama ilginçtir, bunca zaman okumamış olmamdan dolayı üzülmedim. Kimi kitaplar vardır; o kitapları tam zamanında, siz de o kitabı beğenmeye en hazır olduğunuz anda okursunuz. Kimi zaman bir keşiftir "o kitap", kimi zaman ise bilinçli bir bekletmedir. Ancak zamanı gelince ve kitabı okuyunca anlarsınız zamanın geldiğini. Ayaşlı ile Kiracıları, benim için "o kitap" oldu. Hiç aklımda yokken kitapçıda gördüm, bir arkadaşım yıllar önce çok beğendiğini söylediğini hatırladım ve kitabı almaya karar verdim. Zamanı gelmişti.

Kitap, dokuz odalı bir apartman dairesini oda oda kiraya veren Ayaşlı İbrahim Efendi ve onun kiracılarını anlatıyor. Mekanımız çoğunlukla apartmanın odaları, ancak şehrimizden emin değiliz. Ancak anlatılan hikayeler, Anadolu'nun herhangi bir şehrinde yaşanmış olabileceğinden zaten hangi şehirde olduğumuzun anlatı açısından pek bir önemi yok. Önemli olan karakterler, onların hikayeleri ve onlara ayrılan zaman. Özellikle onlara ayrılan zaman.

Zamandan devam edelim. Ayaşlı ile Kiracıları, bol karakterli bir roman. Hepsinin ayrı bir hikayesi var. Bir araya geldikleri apartman odalarında, her birinin hikayesini okuyoruz. Bu hikayelerde yazarın maharetini görüyoruz. Sanki her karaktere bir ömür biçilmiş, karakterlerimiz de onlara biçilen bu ömür dahlinde hikayelerini yaşıyorlar. Sünen, uzatılan veya üstünkörü anlatılan bir hikaye yok. Herkes, kalması gerektiği kadar apartmanda, hikayede kalıyor. Örneğin Halide karakteri, belki başka bir yazarın elinde kitabın başından sonuna kadar hikayenin içinde yer alabilecek bir karakterken M. Şevket Esendal'ın elinde zamanı gelince önce apartmandan ve yine zamanı gelince hikayeden ayrılıyor. Birbirinden rol çalmayan karakterler, hikayeler okuyoruz. Romanımızın anlatıcısı bankacı karakterimiz açısından da bu durum değişmiyor. Belki onun günlüğünü okuyoruz ama bu günlükte Ayaşlı'nın ve kiracılarının hikayelerini, bankacının gündelik yaşantısını anlattığı oranda, hatta belki de daha fazla okuyoruz. Bu açıdan karşımızda tutumlu bir hikaye, tutumlu bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Bu gerek hikaye anlatımında gerek de dil kullanımında kendini gösteriyor. 

Bir yazarın anlatmak istediğini anlatmasına yetecek kadar kelimeyle anlatması, büyük bir yetenek. Metnin fazla kelimelerden arındırılması, bir bakıma metindeki yüklerin atılması anlamına geliyor. Düşünün. Kimi metinlerin problemi, fazlasıyla ağır olmaları. Çünkü metnin yükselmesini engelleyen kelimeler, cümleler, paragraflar var. Bu problemi yaşayan kimi yazarlarımız, metinlerindeki fazlalıkları bir atsalar, her şeyi açıklamak ihtiyacı hissetmeseler ve iyi bir betimlemenin uzun bir betimleme olduğu düşüncesinden vazgeçseler, daha ferah metinler yazacaklar. Bunun için Memduh Şevket Esendal'ı okumak iyi bir başlangıç noktası olabilir. Özellikle diyalogların doğallığı, (bu metnin özelinde kullandığımız) ferahlığı ve sahiciliği insanı okurken önce şaşırtıyor, ardından keyiflendiriyor. Şaşırtıyor, çünkü böyle bir yazarı bunca zaman boyunca nasıl es geçtiğinizi düşündürüyor. Keyiflendiriyor, çünkü henüz diğer kitaplarını okumadığınız düşüncesi aklınıza geliyor. Böyle olunca daha bir keyifle okuyor, yazarın bir başka eserini okumaya ikna oluyorsunuz.

Aklıma tekrar lise anılarım geliyor. Her edebiyat sınavından önce yazarları, eserlerini kodlayarak, eserlerinin isimlerinden anlamlı bir cümle oluşturarak hatırlamaya çalışan ve bu yeni kodları sınavdan bir önceki ders bütün sınıfa ezberletmeye çalışan bir arkadaşım vardı. O zaman Memduh Şevket Esendal benim için "sıkıcı, durum öykücüsü ve otlakçıydı". O zaman vaktim yoktu. Bugün ise vaktim var. Okunması, konuşulması, örnek alınması gereken bir yazarı okumaya başlamaya vaktim var.

Teselli Puanı: 5/5

Bir Ceket Vakası

Merhaba.  Eski öykülerimle karşılaşmaya devam ediyorum. Bu sefer Google Drive'ımı kontrol ettim ve tamamlayıp yayınlamak amacıyla dergil...

Etiketler